‘BAŞ AĞRISI çekmeyen onun ne olduğunu bilemez!’
Bu bir atasözü…
Laf olsun diye söylenmiş bir söz değil yani.
Sürekli iki parmağı ile kaşlarını çimdikleyen veya başını tülbent ile sıkıca bağlayan insanların başlarının ağrıdığını anlarız da anlayamadığımız o ağrının ne menem bir şey olduğudur.
Açlık da onun gibi!
Çaresizlik de…
Sıcacık evinde oturmuş biri, soğukta battaniyesinin altında tir tir titreyen birinin duygularına ne kadar ortak olabilir ki?
Ya da çorba diye suya kaşık sallayan ve onu bol ekmek katığı tüketen birinin, kuş sütü, kuru üzüm eksik sofrasında açlığını hissedebilir mi?
Yukarı ile aşağı arasındaki uçurum gittikçe büyüyor ve her gün birilerimiz bu uçuruma doğru sürükleniyoruz.
Dün, ‘Aracımı olur olmaz dışarı çıkarmıyorum’ derken doğruyu söylüyordum.
Yarın ne olacağı belli değil…
O nedenle tedbirli olmak lazım.
Lüksten, israftan vazgeçtik gerekli olanı bile tedarik ederken temkinliyiz artık hepimiz.
Türk halkı olarak bunu hak ediyor muyuz, diye sormayacağım bile…
Dün sürekli devam ettiğim spor salonunun sahiplerinde Bülent kardeşim bilgisayarın başında internete girmiş, ha bire araştırıyordu.
Sordum, ‘Hayırdır Bülent, ne arıyorsun?’ diye.
‘Dezenfektan bitmiş abi. Sitelerde en ucuz olanı bulmaya çalışıyorum’ dedi.
Malum spor salonları temiz olması ve öyle kalması gereken yerler...
Bülent bir şekilde dezenfektan bulmuştur elbet.
Bugünkü fiyatta kendini karlı bile hissediyordur ama yarın?
Sahi yarın ne olacak?
Aynı fiyattan bulabilecek mi?
Ya da ucuz olsun diye dezenfektana su katarak, harcadığı parayı mı azaltmalı?
‘Olur mu öyle şey’ diyorsunuz değil mi?
Bence olmaz da, ‘2 kilo domates yerine, 2 domates. Et yerine patates önerenler’ sizce bu yolu açmıyor mu?
Bu öneri, akıl tutulmasının eseridir de, geldiğimiz nokta da maalesef budur!