ARAYA bayram girince yazamadım haliyle…
Oysa önemli ve büyük bir çoğunluğu ilgilendiren bir konu ve onun etrafındaki gelişmelerdi.
Önce şunu belirtmeliyim ki bu spor tandanslı bir yazı olacak ve ben de bu yazıda spor adamlığı titrimi kullanacağım.
Malum Süper Lig’in bitmesine üç hafta kaldı ama şampiyon belli, Trabzonspor.
Tanıdığım bana yakın Trabzonlu ve Trabzonsporlu dostlarımı yıllar sonra gelen bu şampiyonluk için kutladım.
Her şeyden önce sezon boyu ortaya koydukları performansla bunu hak ettiler.
Tabii şampiyonluk kutlamaları, Karadeniz insanının kaynayan kanına uygun olmuş çoğu yerlerde…
Asayiş konusunda neyin eğri, neyin doğru olduğuna, hangi eyleme ne kadar göz yumulacağına karar vermek benim işim değil.
Emniyet güçleri bunun için…
Bazı konularda abartı olmuş ki doğaldır.
Bu abartıyı da bizim abartmamamız lazım.
Bu gelişmelerin beni ilgilendiren kısmı, Samsunspor’a gönül verenlerle, Trabzonspor’a gönül verenleri karşı karşıya getiren kısmı...
Olmasaymış iyiymiş.
Ama şu gerçeği yadsımamız gerekiyor.
Bu kentin neredeyse yüzde 40’ı Trabzon kökenli.
Burada doğup, büyüyen, kimlik ve kişiliğimizi kazanan bizlerin yüzdesi ne kadardır bilemiyorum ama bildiğim bir şey var ki…
Karşı karşıya gelip husumet gütmek yerine, birbirinden istifade yolunu seçmek bence daha akıllı olanı.
Bakın İstanbul kulüplerine…
Süper Lig’deki 5 takıma, Ümraniyespor da eklendi.
Play-off’tan gelebilecek bir İstanbul takımı ile sayılarını 7’ye yükseltebilecekler.
Neresinden bakarsanız bakın, onlar için maddi manevi bir avantaj.
Bunu bilen güçlü kulüpler oynatmadıkları ya da aşama kaydetmesini umdukları futbolcularını ligde mücadele eden ilçe takımlarına vererek hem o takımların, hem de oyuncuların gelişip başarılı olmalarına neden oluyorlar.
Biz ise yıllardır hiçbir netice vermeyen bir (Samsun-Trabzon) kısır çekişmesinin peşine takılıp, gidiyoruz.
Samsun’da gerçekleşen protestolar için eski bir yöneticinin ön ayak olduğu söylentilerine karşılık…
İyi bir yöneticinin karşılıklı sağduyunun ve dayanışmanın tesisi için enerji harcaması gerektiğine inanıyorum.
Yani birbirimizi yemek yerine, birbirimizi sevmesek de menfaatlerimiz için ortak hareket tarzını geliştirmek zaruretimiz var.
Yoksa gün geçtikçe büyüyen İstanbul hegemonyasının içinde yalnızlığın pençesinde yok olup gideceğiz.
Dolayısıyla her iki kentin spor dalındaki akil adamlarının bu tehlikenin farkına vararak bir işbirliği yaratma çabası şarttır.
Hatta daha da ötesi…
Bu, ‘Aklın Yolu’dur.