EŞ dost bir araya geldiğinizde olağan sohbet konusu ülkenin gidişatıdır.
Herkes kendi işinden, yaşadıklarından dem vurur.
Sonra yakınlarına, kente ve memlekete döner.
Bugünün zorluklarından…
Yarınları bahtsızlığından yakınır.
Umutsuzluktur genelde söz konusu olan.
Ama herkese sabit olan geçmişe olan özlemdir.
Bu ülke o günlere nasıl diye bir muhasebe kurulur.
Evet, bizim sohbetlerde genelde bir umut yoktur.
Hali vakti yerinde olan insanlarımızın bu kuşkulardan uzak olduğu sanılır.
Ama öyle değil işte.
Adını vermeyeceğim ama Samsunumuzun önemli iş insanlarından biriyle beraberdik dün gazetede.
Bu tür kişiliklerle beraberken memleket dertlerini konu etseniz dudak büker, canı sıkılır zannedersiniz.
Oysa daha biz hiçbir şey sormadan kendisi sordu;
'Ne düşünüyorsunuz ülkenin bugünkü hali için' dedi.
Daha biz tek kelam etmeden devam etti.
'Çok doluyum.
Nereden nereye geldik.
Eski günlere dönmek için dibe vurmamız.
Sonrasında yeniden bir atak yapmamız gerekiyor' dedi.
Sohbet uzundu, Atatürk'e kadar gittik.
Kurtarıcıya bugün sarılmayan yok ama menfaatleri kadar hepsi.
İş insanı arkadaşımızın tespiti ‘2020 pandemisinden beri Türkiye'deki reel enflasyon yüzde 1200’ dedi.
Düşünün enflasyon bu kadar artmış.
“Ben dolarla iş yapıyorum.
İşçilikler artıyor.
Asgari ücret artıyor.
Ben öz sermayeden yiyor ve küçülüyorum” dedi.
Diğer konuları buraya yazmıyorum ama dibe vurup yeniden yürümeye başlamanın şart olduğunu ama bizim neslin görme şansının olmadığını vurguluyor.
Aslında hepimiz gözümüzü Asiye'ye diktik ama;
Kurtarabilir miyiz?
Ya da nasıl kurtarabiliriz?
Fikrimiz güçlü, umudumuz zayıf!