EKONOMİ tartışmalarına girmek istemiyorum.
Öncelikle bir ekonomist değilim.
Bu konuyu yeterince tartışan ulema var zaten.
Ben cebime bakıyorum.
Onun satın alma gücünü ölçümlüyorum.
Evime giren çıkan, yediğime içtiğime göz atıyorum.
Hayat standartlarımın geçmişe oranla nerelerde olduğunu tartıyorum.
O zaman diyorum ki “Benim ekonomim iyi veya kötü.”
Aslında yukarıda yazdıklarım var ya hepsi hikâye!
Bakın çarşıya, pazara…
Dinleyin yurdum insanının ondan sonra hayat ve insanlarımızın yaşadıkları ahkâm kesin.
Ekmek aldığım fırında bir köşe var, üzerinde de bir not.
Diyor ki “Alamayacaklar için bir ekmek de siz koyun bu dolaba.”
Alamayacakları dedikleri bir somun ekmek.
Değeri 1 lira 25 kuruş.
Ve öyleleri var ki içimizde, o parayı denkleştirmeye gücü yok.
Zaman zaman o dolabın içinden ekmek alan anaları, babaları, bacıları, kardeşleri görüyorum.
İçim, “cızz!” ediyor.
İç geçiriyorum, üzülüyorum.
İş yok, aş yok…
İki ayı aşkın süredir bu insanlara ekmek kapısı da yok.
Bırakın çalışmayı, dilenmek bile yasak.
Zam üstüne zam…
Kullanılmayan suya, elektriğe, gaza, pirince, bulgura, domatese, bibere zam...
Zam olmayan tek şey milletin geliri.
Elindeki üç kuruşa göz koyan koyana…
Ne Allah’tan korkuyorlar…
Ne kuldan utanıyorlar.
Vatandaştan olmayanı da almak için herkes kuyrukta.
Baksanıza dolmuş esnafı da girmiş bu kuyruğa...
‘Ne yapsın’ diyeceksiniz.
Hayat onlar için de pahalı.
Kıçındaki dona sevdalı olanlara sesleniyor vatandaş, ‘Bir kere de babamın hatırını sorsanız ya!’