TEZGAHLAR şenlenince milletin gözünün feride canlandı adeta.
Zira yıllardır Karadeniz umulanı vermiyor balıkçıya...
Yıllar öncesi istavrit ile başlayan sezon palamut ile devam eder, peşinden de lüfer ile son bulurdu.
Balık merakı olanlar bilir.
Uzun süredir hasret kaldılar.
İki, üç tane balık yakalayan artık bir fenomen.
Bir balık havuzu idi Karadeniz.
Yıllar öncesini hatırlıyorum.
O zaman Matasyon olarak geçen Atakum’da, deniz bakir, doğa bakir...
Üç aile deniz kenarında çadır kurarak adım atmıştık.
Sabah ezanı zamanında karaya çıkan balıkçı motorları ikram ettiğimiz çaya karşılık, kasayla balık bırakırlardı.
Hangi cinsini arasan boldu balığın...
Yıllar geçtikçe teknolojisi artan sektör balığın kökünü de kurutur hale geldi.
Balığın memleketinde kültür balığına mahkum olduk.
Onları da deniz balığı diye yutturdular bize.
Hatta o da yetmedi, Norveç Uskumrusu sofralarımızın misafiri olmaya başladı.
Her 1 Eylül yeni bir umuttur balıkçı için.
Dualar edilir...
Kazasız, belasız bir sezon dilenir.
Ve “Vira Bismillah” nidalarıyla ağlar denize serilir.
Bu sene de öyle başladılar.
Umutlarına ne kadar cevap bulurlar bilemem.
Ama bilinçli tüketici ve bilinçli avlayan olmadığı sürece beklediğimizi bulma şansı olmayacaktır.
Avlayanı değil satanı sorgulayan sistem bu yağmanın önüne geçemez.
Denizin kökü tahrip oldukça balıkta yüksek verim beklenemez.
Hepsi birbirine bağlı yani.
Usulünce tutacaksın.
Usulsüz olana itibar etmeyeceksin.
Usule uymayana gereken cezayı vereceksin.
Yoksa her sezon, “Vira Bismillah” deyip ağları boş toplayan emekçilerin, balığa hasret kalan vatandaşın şikayeti ile son bulur.