DÜN rahmetli kardeşimiz Hakan Dilek’in cenazesini Derecik Mezarlığı’na defnettikten sonra şehir merkezine dönüyorum.
Kontrol noktasında polisler kimlik kontrolü yapıyorlar.
Araç kuyruğu oldukça uzun…
Bana sıra gelince hüviyetimi uzattım, kimliğimi kontrol edip, ‘Nusret Sağlam değil mi? İyi yolculuklar’ deyip yolu açıverdi polis memuru kardeşim…
Kilise kavşağına giden yola döndüm bir ekip daha...
Yine kontrol, yine aynı işlemler…
Bunda ne var, diyeceksiniz.
Bir şey yok elbette…
Kırmızıya aşık olmuş bu kentte artık sıradan sayılır, uzun araç kuyruklarına takılıp, kontrol edilmeyi beklemek…
El ele becerdik hep beraber…
Onun için gocunmaya hakkımız yok.
Ama ben bu kentte bu tür uygulamalardan sıkılıyorum.
Daha doğrusu kentimizin adına ve bize yakıştıramıyorum.
Yoksa polis görevini yapıyor, sözüm yok.
Kontroller de olağan…
Peki, niye bu haldeyiz?
Neden başını Samsun’un çektiği Karadeniz kentleri, kırmızıya boyanıp her yerde durdurularak, kontrol edilmeyi hak etti.
Eksik olan parçayı bulmamız gerekiyor.
‘Biz halkı uyarıyoruz. Gerekli kontrolleri yapıyoruz demek, demek ki yetmiyor!’ demek ki!
Küçük bir örnek vereyim;
Kentin bir üst düzey yetkilisi trene biniyor, vagonda kimse yok.
Her şey normal…
Bir başka vagon görüntüsünde ise, gerçek ortaya çıkıyor.
Herkes tıkış tıkış…
Yetkili kontrol edecek trenler, otobüsler boş…
Kimse gelmeyecek hurra üst üste yolculuk.
Kabahati kimsede aramayacağız.
Samsun halkı olarak arıza bizde.
Öyle kontrolle, uyarıyla düzelecek gibi de değil.
Aha da buradan yazıyorum.
İki hafta diyorlar ya…
Yetmez!
Kapatın üç hafta Samsun’u evlere…
Kırmızı, formamıza yakışıyor ama bakın gökyüzü, denizimiz mavi.
Gelin hep beraber sarılalım yakışacak renge…