PAZAR günü Ulu Önder Atatürk'üm ölüm yıldönümüydü.
Nerede, nasıl anıldı?
Yeterince, layıkıyla alındı mı, bilemiyorum.
Ama bugün bu topraklar üzerinde nefes alanların varlıklarını, yaşam amaçlarını ona borçlu olduklarını unutmamaları gerekiyor.
Nihayetinde, ebedi istihbaratında uyuyan bu büyük insanın bizim onu hatırlamamamıza ihtiyacı yok elbette.
Ama bizlerin vefa duygularını toplumun önüne koymamıza büyük gereksinimler var.
Yıllarca adını unutturmaya çalıştılar.
Yıllara onu anmamak için türlü taklalar attılar.
Söylemedikleri, yapıştırmadıkları yafta kalmadı.
Oysa o, 59 yıla sığan kısacık hayatını bu büyük ülkeye vakfetti.
Nefes aldığı her gün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temellerini atmak ve bu ülkenin bekasını sağlamakla geçirdi.
Hatay'ın bile kurtuluşu yatağa düştüğü ama onun düşmediği yıllara rast geldiği hafızalardadır diye düşünüyorum.
Kurduğu cumhuriyet ve cumhuriyetin kazanımlarını yüz yılda bilinçsizce bile harcayamamış olmamız, onun ne denli büyük fikirlerle yürüdüğünü ve geleceğe bıraktığı anlamlı mirası silmemize yetmiyor.
Yapacağınız şey;
Minnet duymak.
Fikirlerine sahip çıkmak.
Vefalı olmak ve yeri, zamanı geldiğinde onu anmaktır.
Yılda bir kez yaşadığımız 09.05'te çalan sirenler bu vefa duygusunu göstermemiz için bir fırsattır adeta.
Ama o vefayı gösteremeyen, saat 09.05'te bir dakikasını ona saygı ile anmaya ayıramayanlara adeta acıyorum.
Pazar günü o saatte, Atatürk Bulvarı'nda aracımla hareket halindeydim.
Sirenler çaldığında Baruthane Mevkii'nde önümde aracından inen bir genç kadınımızla birlikte saygı duruşundaydık.
Arkadan gelen araçlar oldu.
Sollayıp geçenler de…
Duranlar bugünlerini Ulu Önder'e borçlu olduklarını hatırlayanlar ve vefalarını gösterenlerdi.
Geçip gidenler ise;
Mazisini, varlığını neye, kime borçlu olduklarını bilmeyen değil, hissetmeyen aciz saygısızlardı.
Bu tür duygular insan olanın kalbinde yeşeriyor.
Zorla şırınga edilemiyor maalesef!