DEVLET ve millet olmanın gururunu 100 yıl önce yaşamız bir ülkeyiz.
Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nden başı dik olarak çıkan Türkiye Cumhuriyeti, 80’li yıllara kadar kendi içinde bir bölünme tehlikesini hiç hissetmedi desek yeridir.
Bir tarihçi değilim elbette.
Ama yarım asrı çoktan aşmış ömrüm ile geçirdiğimiz yakın tarihteki gelişmeleri bire bir yaşamak şansını elde ettim.
80 sonrası Kürt meselesinin ilk tartışmaya açıldığı yıllar.
Özal döneminin ülkeye miras bıraktığı bir dönem olarak görürüm hep.
Ama ne Özal ne Demirel ne de bir başka dönemde “Sen, ben tartışması” yaşadığımızı hatırlamıyorum bakın.
Renkleri ne olursa olsun, tüm ülkeyi kucaklamaya çalıştılar dönemleri boyunca.
Doğrusu da bu zaten…
Sen kim?
Ben kim?
Biz, hepimiz bu şanlı Türk Ulusu’nun çocuklarıyız.
Renklerimiz farklı belki.
Düşüncelerimiz, önerilerimiz, çıkış yollarımız da farklı olabilir.
Ama amaç ne?
Bu ülkeye faydalı olacak yolu ve hareket tarzlarını bulabilmek.
Çözüm yaratabilmek.
Zor zamanda halkın yanında ayrı düşünsek de beraber olabilmek.
Sonuçta halk mutluluğunu sağlayacak her şeyi beraber sonuçlandırabilmek.
Bunu yapabilmek için ortak bir akla ihtiyacımız var.
Bunu ben düşünmüşüm, sen düşünmüşsün ne zararı var?
Ben de sen de bizim için düşünmüyor muyuz?
İyi sonuçların yararını halk olarak beraber görmüyor muyuz?
Son günlerde korona virüsün açtığı yaraları onarmada herkes elini taşın altına sokmak çabasını güdüyor.
Gönülden ne koparsa, herkes bir şeyler ilave çabasında.
Bu “Topyekün Bir Mücadele Dönemi”ni hatırlatıyor bize.
Çıkacaksak beraber çıkacak.
Yaralanacaksak beraberce yaralanacağız.
Bunun iktidarı, muhalefeti olmaz.
Hepimiz bu ulusun çocuklarıyız.
Herkes, “Sen yapma ben yapayım egosunu” şartsız terk etmeli.
Şu günler bir geçsin, siyaseti nasıl istiyorsanız öyle yapın.
Ama şimdi “Birlik zamanı.”
Millet için bir “Orta Yol” bulunmalı.