ÇOCUKLUĞUMDAN hatırlıyorum.
Anneannemin köyü, Kuruzeytin’di.
Geniş, ekili araziler köylü tarafından işlenir, değerlendirildi.
Çocuktuk işte, ekilenin ne olduğunu bilmezdik ama işin eğlenceli tarafında hep olurduk.
Bir çift öküzün çektiği sal gibi aracın üzerinde döner de dönerdik.
Ama bunu yaparken buğdayın sapından ayrıldığını bilmezdik.
Aklımız erdikçe bu buğdaydan yediğimiz ekmeğin yapıldığını…
Elimiz para tuttukça da fiyatını ezberlemeye, öğrenmeye başladık.
Dün yazı işlerinden, “Un fiyatları yüzde 20 arttı” başlıklı yazı gelince aklıma ekmek geldi.
Bilmediğim konuda ahkam kesmeyeyim, bu işin duayeni Fahrettin Ulusoy’u arayayım, dedim.
Ben, “İthal ettiğimiz buğday ile ürettiğimiz buğday arasında fiyat farkı var mı?” diye başladım.
Kısa sohbetimizde işte bana ilettikleri:
“İç piyasa, ithalden ucuz diyerek başladı.
İthal buğdayın tonu 250 dolar, yani 1600 lira.
Bu limandır, depolamadır 2000 lirayı bulur.
Konya’da ekmeklik olanı, 2100-2200, makarnalık buğday 2400 liraya satıldı.
15 gün önce 1850 liraydı.
Ofisin alım fiyatı, 1650 lira.
Unun dolayısıyla buğdayın fiyatı dolara endeksli.
İthalde devlet gümrüğü sıfırladı ama döviz endeksi nedeniyle fiyatı doğal olarak artıyor.
Bugün söz konusu olan, 25-50 kuruşluk zam hiçbir şey değil.
Çiftçi artık ne para ederse onu ekiyor.
Buğday yerine çeltiği tercih eden çiftçinin dönüm başına elde ettiği ürün, 8 ton.
Bugün çeltik, yarın başka bir ürün.”
Aklımda tutabildiklerim bunlar.
Umarım bir yanlış, eksik olmamıştır.
Ama asıl merak ettiğim;
“İç üretim, tüketimi karşılıyorsa, neden ithal ediyoruz?” sorusunun cevabıydı.
Bir kısmı (çiftçiyi ima ediyor) stokluyor.
“Depoda kalan buğday piyasaya çıkmayınca ithalatın kapısı açılıyor” dedi sevgili Fahrettin Ulusoy…
Eh, hal böyle olunca.
Uzun yolda gelen buğday yorgun düşüp, ağırlaşıyor.
Haliyle ancak zamla kendine geliyor.
O zamlanınca, bizde fırınlara bakıyoruz.
“Yediğimiz ekmeğe ne kadar zam gelecek?” diye…