LİYAKAT, son yıllarda elinde feneriyle sokakta adam arayan Diyojen’in çabasına benziyor.
Bu ülkenin geçmişinde tartışılmayan ender hususlardan biri devlet adamlığı tanımıydı.
Genel bir tanım olarak nitelediğin bu konuya devlete hizmetle mükellef her kademedeki görevlileri tanımlıyorum.
Sözlerinden, düşüncelerinde asla şüphe edilmezdi.
Ele aldıkları bir meselenin çözümünde, kural dışına çıkıp herhangi birini kayıracakları düşüncesini aklınıza getiremezdiniz.
Kural ne ise, devletin yaslarını amir hükümleri ne emrediyorsa ortaya çıkacak sonuç da o olurdu.
Sadece devlette mi?
Değil elbette…
Siyasette de ticarette de hatta toplumun en çok muhatabı olan küçük esnafla olan ilişkilerde de...
Konudan biraz uzaklaşıyorum galiba ama çok eskilerde çek-senet olmazdı mesela…
Borçlu olanın da alacaklının da ağzından çıkan söz, tüm yazılı akitlerin önünde geçerliydi.
Bu memleketten kimler geldi, kimler geçti…
Ben hep kendi kapımın önüne bakarak yorumlarım ülkeyi…
Bakın İlyas Kılıç, Doğan Kitaplı, İlyas Aktaş, Biltekin Özdemir, Kemal Akkaya, Kemal Kabataş ve daha niceleri gibi siyasetçileri bir daha görme şansımız var mı?
Yok!
Çünkü onlar hizmet odaklı kişilerdi.
Liyakat, vazgeçilmezleriydi.
Onlar gibi daha nice siyasi ve toplum hizmetinde bulunmuş kişileri ilave edebilirim.
Lafı getirmek istediğim yer, bugün bir şekilde makam ve koltuk sahibi olmuş kişilerinde aynı liyakat duygularına sahip olmalarına dair beklentidir.
Herkese gülücük saçarak yapılanın adı hizmet değil, basitlik ve kolaycılıktır.
Görevleri devletçe tanımlan yasaları uygulamaktır.
Kendilerine iletilen yanlışları denetlemeye giderken, “Biz geliyoruz, tedbirini al” tiyosunu uçurmak, kişilik zafiyetinin baş göstergesidir.
Danışıklı dövüşle, ne adam olunur…
Ne de liyakat sahibi…
Bu kadar basit adamlardan hiç şüphe yok ki!
Gün gelir, hesap sorulur…
Her zaman dediğim gibi;
MAKAM insanı koltuk sahibi yapar. ADAMLIK ise başka bir şeydir. N.S
Diyojen’in elinde fenerle dolaşmasına neden olan duygu da, buydu!