GEÇMİŞİMİ bilen arkadaşlarım sahilden neden taşındığımı soruyorlar bana…
Hele hele sahile sıfır ultra lüks bir dublekse sahipken…
Yarım asrı geçen bir yaşanmışlık var orada.
Çoğu hala taze anılar.
Herkesin bir dairem olsun diye hayalini kurduğu bir yerden gözümü kırpmadan ayrıldım.
Önce İnönü Bulvarı’na taşındım.
Kısmet olursa yaza doğru da Alanlı’nın yüksek bir kesimine inşa etmekte olduğum yeni ikametgâhıma…
Arkama dönüp bakmayacağım bile.
Denizde, sahilde meraklılarının olsun.
Bana huzur lazım.
Sükûnet lazım.
Doğa ile iç içe olmak lazım.
Ayağımı dışarıya attığımda toprağa basmalıyım ben.
Sabah uyandığımda kuş sesi duymalıyım.
Komşunu horozu sabah olduğunu anlatmalı bana…
Her akşam eve geldiğimde parka giriş yerimin önünde araç var mı, yok mu diye düşünmemeliyim.
Gece klakson, müzik ya da sarhoş narasıyla mı uyanacağım diye endişe etmemeliyim.
Gecenin bir yarısı kafayı yapmış sarhoş veya serseriler birbirine girip kavga edecekler mi?
Bıçakla, silahla birbirlerini yaralayacaklar mı kuşkusuyla uykum bölünmemeli.
İki bira içtikten sonra perdemi araladığımda açık havada nahoş görüntüler sergileyenleri görmemeliyim.
Gece 01’den, 02’den sonra müzik sesi duvarlarımı sarsmamalı benim.
İşte bu nedenle sahili istemiyorum.
Hatta nefret ediyorum.
Ama ben gittim diye hiçbir şey değişmeyecek.
Değişmiyor da!
Bakın geçen gece, gece yarısından sonra yine bıçaklar çekilmiş.
Yine kan akmış.
Değişen bir şey yok yani!
Sahil…
Yürüyüş, bisiklet yolu…
Yeme, içme, eğlence yerleri…
Hepsi birinci sınıf.
Altın kaplama olsalar, ne olur?
Ne yapsanız boş.
Kafalar teneke…