CUMHURİYET’in ilanı, 29 Ekim 1923.
102 yıl olmuş yani…
Kağnı arabaları varmış o zaman…
At üstünde seyahat ediyormuş insanlar…
Sonra demiryolları girmiş devreye…
Ulu Önder Atatürk’ün demiryollarını devletleştirmesinden sonra daha da gelişmiş.
1907 yılında Adana Belediyesi, İngiltere’den ilk traktörü satın almış.
1954’te fabrikasını kurup, üretmeye başlamışız.
Tek tük arabalar yollara çıkmış.
Türkiye'nin "Devrim" olarak adlandırılan yerli otomobili, 1961 yılında Devlet Demiryolları ve Limanları İşletmesi (DDY) tarafından dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in talimatıyla, Eskişehir Demiryolu Fabrikası'nda, 129 günde üretildi. Devrim, Türkiye'de üretilen ilk yerli otomobil olarak tarihe geçti.
Sonra biliyorsunuz, Anadol ile tanıştık.
Murat, Renault derken diğer araçlar ithal edildi.
Zaman geçtikçe araç sayıları çoğalmaya başladı.
Düşünün bugün Samsun’da 550 bine yakın araç kayıtlı trafiğe…
Kentin nüfusu 1.5 milyon olduğuna göre neredeyse her üç kişiye bir araba düşüyor.
Bugünkü arabalar öyle geçmişin tek pistonlularına falan benzemiyor.
Teknoloji geliştikçe her türlü aracın gelişimi de artıyor.
Bu iyi bir şey halk için.
Teknolojiyi seçme hakkına sahibiz bu şekilde…
Hatta insanlar arasında, ‘Benim aracım senin aracını geçer’ veya ‘Benim aracım sıfırdan 100 km’ye yüzde 6,7 saniyede geçiyor’ diye nükteler bile yapılıyor.
Tabii araçlar gelişirken kentler de gelişti.
Öküzlerin çektiği kağnı arabalarının, sonra faytonların sırasıyla gelişmiş teknoloji ürünleri olan arabalar piyasaya çıktıkça kentler de ona göre dizayn edilmeye başlandı.
Tabi bunu bizim ülkemizle özdeşleştirmek pek mümkün değil.
Biz aracın ithal edilmesine müsaade ediyoruz.
Değerinin iki misli ÖTV, bir o kadar da KDV tahsil edip aracı trafiğe salıveriyoruz.
Ama nasıl trafik?
Bugünün araçları onlara tanınan hız sınırlarında yollarda adeta ağlıyor.
Düşünün 120-140 beygir hatta daha üstü aralara otobanlarda, bölünmüş yollarda, kent bulvarlarında 80-100 bazen de 60-50-30 km süratle seyredeceksin dayatması getiriyoruz.
Getirmekle de kalmıyoruz, adım başı radarlar, EDS sistemleri ile mecburculuğa soyunduruyoruz.
Bundan hız tutkunu olduğumu falan çıkartmayın lütfen.
Teknolojiyi vergilendirirken zamana ulaşıyorsunuz ama bu teknolojiye uygun yolları yapmak gereğine hep sırtınızı dönüyorsunuz.
Bu yasaklamalar ve cezaları sadece can güvenliğiyle açıklamak mümkün değil.
Aşırılık elbette karşılığı cezayı almalı.
Ama teknolojiyi taş devri ölçütlerine mecbur kılmadan.
O nedenle, EDS denilen sisteme ve gizli radarlara hep karşı oldum.
Yukarıda saydığım nedenlerle bugün de karşıyım.
Teknolojiyi geliştirenler nasıl üstlerine düşeni yapıyorlarsa…
Onlara verilecek hizmeti üretmek mecburiyetinde olanlarda gereğini yapmalı.
Yapamadıkları şeyler içinde kolaycılığa kaçıp, yapamadıklarını karşılığını cezalarla halka ödetmekten kaçmalıdırlar.