1980’li yıllardan itibaren başımıza musallat edilen terör belası can almaya, geride gözü yaşlı analar, babalar, eşler, çocuklar bırakmaya devam ediyor.
Her şehit haberinden sonra aynı hitaplarla acılar hafifletilmeye çalışılıyor; “Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacak.”
“Kalıyor mu, kalmıyor mu” sorusunun cevabını ben biliyorum da siz de cevaplayın isterseniz.
Küçük bir anımı anlatarak devam edeyim isterseniz.
Yıl 1975, Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Ege Denizi’nde Hora hadisesi patlak vermiş, Yunanistan ile aramızda askeri bir kriz yaşanmıştı.
Ben o dönem Yunan sınırında, Demirköprü Karakol Komutanı olarak askeri görevimi yapıyorum.
Karakol sahamızda Meriç Nehri üzerinde bir demiryolu köprüsü var.
Uzatmayayım bizim askerlerimiz köprünün başlangıcında nöbetteler.
11 aylık görevim süresince bu köprü üzerinde hep Kürt kökenli askerlerime nöbet görevi verdim.
Çünkü Kürtler, o dönemde en vatansever vatandaşlar olarak kabul görüyor.
Aldıkları görevde asla taviz vermiyorlar.
Hatta bir Kürt askerimin köprüye çıkmak isteyen dönemin Harp Akademi Komutanı Orgeneral’e, “ Asteğmenimin izni olmadan sizi köprüye çıkartamam” sözü üzerine soruşturma geçirdiğimi ama Genelkurmay Başkanlığı’ndan takdir aldığımızı unutamam.
Şimdi bakın nereden nereye geldik.
O günün Kürtleri, bugünün Türkiye’sinin en önemli sorunu haline geldi.
Elbette tüm Kürt vatandaşlarımıza aynı yaftayı yapıştıramam ama bugün içlerinden her türlü melanete ortak olan, can alan, vatanı bölmeye çalışan hainler ve yardakçıları çıktı.
“Ne oldu da bu hale geldik” sorusunu sivil, siyasi, asker kendine sormalı ve cevabı bulmalı.
Tabii bu sorular ve yılların getirdiği birikim ve değişikliklerin cevabını en acı şekilde ödeyen yine vatanın genç, körpe evlatları…
Gün geçmiyor ki doğudan, güneydoğudan bir hain terör saldırısı, şehit-gazi haberi gelmesin.
Ama geliyor.
Geliyor ve şehit evleri her seferinde bayraklarla süslenip, taziyeler en üstten olmak üzere sunuluyor.
Her seferinde “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganları atılıyor.
Ama o genç, taze vücutlar toprakla buluşuyor.
Geriye ne kalıyor?
Gözü yaşlı anne-babalar, eş ve çocuklar.
Ve en önemlisi, bayraklarla süslenmiş o virane şehit evleri…
Sonrasında her kalbe ok gibi batan o acı soru yöneltiliyor?
Niye hep aynı fotoğraf?
Niye hep virane, yoksulluk göstergesi ve ayakta zor duran ev görüntüleri.
Sahi, NİYE?