YAŞANMIŞLIKLARIN etkisinde sürüklenip gidiyoruz hayatın peşinden…
Aslında emin değiliz belki de o sürüklüyor bizi peşinden.
İnsan olarak o kadar yumuşak bir karnımız var ki!
Neler hayal ettiriyor bize, neler?
Ummak, hayal etmek zaaf getirir insan bedenine…
Hayatı bizimle paylaşanlar bu zaaflardan istifade etmeye giderken, bizi içinde yoğurup, yaşamaya bırakan hayatın bundan faydalanmayacağın mı zannediyorsunuz?
Şayet biz canlıysak,
Bizi yaşamaya salan hayat bizden on kat, bin kat daha canlı.
Ve bizi yönetmeye hazır bekliyor.
Çocukluktan, gençliğe…
Gençlikten, erişkinliğe giden yol hep umutlarımızla dolu.
Umudu ediyoruz.
Hayal kuruyoruz.
Çünkü hayat böyle istiyor.
Belki bizde…
Çünkü gerçeklere takılıp, kalmak çok da işimize gelmiyor.
Hal böyle olunca hem yaşayanların hem de yaşatan hayatların kullanabilecekleri birer kolay hedef haline geliyoruz.
Umutsuzluklardan söz ederken nasıl da mutsuzlukların esaretine kapılıyoruz, farkında mısınız?
Yaşam sürecinin en büyük zaafıdır mutsuzluklar.
Mutsuz insan, kolay hedeftir.
Mutsuz insan, gerçekleşmeyecek umutların prangalarına mahkumudur.
Çevremizde umursuzca yaşayıp, hayatını kolaylaştıran ve mutluluk kapılarını zorlayan binlerce örnek var.
Ama hangimiz o kapılarda saf tutuyoruz.
Gerçekten mutsuz ve umutsuz muyuz?
Yoksa yaşam paydaşlarımızın ilgisi ve acıma duyguları mı hedeflerimiz?
Seçim bizim elimizde…
Bize kader olarak biçilmiş hayatı şekillendirmeye ve yüceltmeye çalışmaktansa,
Onu kendi hali ve tanımıyla yaşamak belki de mutluluğun anahtarıdır.
Hepimizin böyle bir anahtarı var.
Onunla açtığımız kapıların ardında ise, mutluluklar.
Hiç kimse size mutsuz, umutsuz ve acınası olun demiyor.
Oraya giden de, o yolu seçende bizleriz.
Yani;
“Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor” bu hayatta…