ALDIĞIM terbiye, gördüğüm tahsil beni hep devletime saygı duymaya itmiştir.
Ama benim tanıdığım,
Bana öğretilen devlet, gerçek bir babaydı.
En yükseklerde gezinenlerle, en aşağıdakiler arasında hiçbir fark yoktu.
Allah korkusuna sahip olmayanlar en azından devlet korkusuyla yanlışa imza atmaktan çekinirlerdi.
Çünkü yapılan yanlış,
Çünkü topluma veya bir bireye karşı işlenen suç asla cezasız kalmayacağı gibi yasaların muhatabı oymuş, buymuş gibi bir ayrım asla gözetilmezdi.
Ben bu kentte, Tekel Sigara Fabrikası’nın demir telli pencerelerinden tütün yaprağı işleyen, sigara paketleyenleri izleyerek büyüdüm.
Ben bu kentte Azot, Bakır fabrikalarında geleceklerinden kuşku duymayarak çalışan insanlarımızla beraber oldum.
Ben bu kentte, emekli olduklarında ikramiyeleriyle ev, araba alabilir miyim endişesinden uzak büyüklerimize şahit oldum.
Hiç düşünmediler;
Ne çalışırken,
Ne de emekli olduklarında…
Evlatlarımızı nasıl okutur,
Nasıl iş sahibi yapar,
Nasıl evlendiririz diye endişe duymadılar.
Ama bunu sağlayan devletti.
Çünkü devlet;
Devlet gibi devletti!
Anaydı…
Babaydı…
Evlatlarını yalnız bırakmazdı.
Şimdi de aynı devlette yaşıyoruz.
Memuru perişan…
İşçisi perişan…
Dürüst işvereni perişan…
Emeklisi perişan…
Aldığı maaşı, ev kirasına yetmeyen acizler topluluğu olduk.
Büyüklerimiz gibi çalıştık.
Büyüklerimiz gibi emek sarf ettik.
Ama büyüklerimiz gibi emekli de olamadık, çalışırken insan gibi yaşayacak güce de…
Bıraktık eskisi gibi yaşamayı, bugünlerde insan gibi yaşamanın ve ona uygun maaşların 17 bin lira olsun diye hatırlatıldığı günlerde Sayın Cumhurbaşkanımız;
‘Bunların sırtında maalesef küfe yok’ demiş.
Canınız sağ olsun,
Siz çok yaşayın Sayın Cumhurbaşkanım…
Allah size zeval vermesin yeter ki.
Nasıl olsa biz alıştık artık sefalete.
Küfede taşırız sırtımızda, davul da çaldırırız.
.