MÜŞTEREK bir hayatın temsilcileri olduğumuz konusuna kimsenin itirazı olmadığını düşünüyorum.
Ne kadar farklı düşünsek…
Ne kadar birbirimizden aykırı düşsek…
Yollarımız yine de bir yere geliyor, kesişiyor.
Yani beraber yaşamanın asgari müşterekte bir yolunu bulmamız gerekiyor.
Yoksa itişerek, didişerek…
Birbirimizi dışlayarak veya yok sayarak bir yere varmamız mümkün olamıyor.
Su için bardak…
Yemek için tabak misali birbirimizi tamamlayan öğeleriz aslında ve birbirimize ihtiyacımız var.
Ortak aklın çıkar yol olduğunu bilerek yaşamak, ileri ve medeni toplumların en basit çözüm yolu.
Sanki biz çözümsüzlükten güç ve medet umuyoruz.
Kin ve nefret tohumları ekerek kendimizi ve konumumuzu sakınmak ve devam ettirmek ihtiyacı hissediyoruz.
Oysa doğruya ulaşmanın yolu farklı fikirlerin sentezlemesinden geçiyor.
Birbirimize tahammül edip dinlememiz gerekiyor.
Bunu yapmıyor, yapamıyorsak megaloman duyguların esaretinde olduğumuzu kabul ediyor olmamız gerek.
İyi bilmemiz gerek ki ‘megolamanlık’ yalnızlığa giden yolun başlangıcıdır.
Toplumdan soyutlanmanın ilk adımıdır.
Kendini beğenmişliğin alfabesidir.
Gücün esaretinde en önemli kişilik zafiyet belirtisidir.
Ne olur, birbirimize biraz daha tahammüllü olsak.
Ne olur, birbirimizi önyargısız dinleyebilsek.
Ne olur, bize beyan edilen fikirlerin doğru olabileceği yaklaşımını gösterebilsek.
Ne olur, hangi makam ve mevkide olursak olalım, oralarda misafir olduğumuzu, bir gün mutlaka ayrı düştüğümüz toplum katman ve diğer bireylere dönüş yapacağımızı hatırlayabilirsek.
Sen olmadan, ben olmadan…
Hayatın temel felsefesi olan, ‘iz’ olamadan bu hayatı nasıl güzelleştireceğiz.
Nasıl dünyayı daha yaşanır hale getireceğiz?
Birbirimizi sürekli itip, gözlerimizin içine dahi bakamadan bu hayatı nasıl tüketeceğiz?
Ortak yaşam insanların anlayış, kabul ve saygı duygularıyla oluşan ve geçmesi gereken süreç.
Sadece ‘ben’, sadece ‘benim doğrularım’ diyerek bu hayatı nasıl yaşayacağız?
Söyler misiniz nasıl?