ÇOCUKLUĞUMUZDA bize Türk olduğumuz öğretildi.
Öyle yetiştik…
Öyle büyüdük…
Büyük bir millet olduğumuzu tarihimizden öğrendik.
Yurdun dört bir yanının düşmen sarıp, işgal etmişken bir avuç Türk’ün nasıl ayakta kalıp bu ülkeyi bize armağan ettiği yakın tarihimizde yazılıdır.
Aklımızın her şeye erdiği yarım asır bu ülkeden din, ırk ayrımı yaratmadan ülkesini, milletini seven, koruyan, uğruna canının feda eden bir millet;
‘Türkoğlu Türk’ olduğumuzu öğretti.
Elbette Alevi’si vardı içimizde…
Kürdü…
Çerkezi…
Lazı…
Müslümü…
Gayrimüslümü…
Ama hiç tartışmadık.
Tartıştırmadık…
Aynı milliyetin mensubu olarak kardeş kardeş yıllarca yaşadık.
Ama özellikle 80’li yıllardan sonra bu kardeşlikten rahatsız olanlar çıkmaya başladığına şahit oluyoruz.
Önce Kürt meselesini bir çorap gibi ördüler başımıza…
Şimdi de bizi asla sahiplenmeyen, aynı dinin mensubu olarak yanımızda olmayı düşünmeyen, her türlü meselemizde uluslararası arenada karşımızda duran Arapları, sanki bizim bir parçamızmış gibi içimize doldurmaya başladılar.
Sözüm ona savaştan kaçan Suriyelilerle başlayan göç, Iraklı, İranlı derken şimdi de Afganlılara dönüştü.
Hepsi genç…
Hepsi erkek…
Bir rivayet onlar, Amerikan’ın Taliban’a karşı kullandığı ve eğittiği Afgan askerleri.
Mevzu derin ve politik.
Devletler arası hatta…
Boyumuzu da aşabilir.
Ama bizi ilgilendiren bir kısmı var.
Sayıları her gün çoğalıyor.
Nüfusları, üretken biyolojilerinden dolayı çoğalıyor.
Ve halkımız arasında şikâyetler artıyor.
Patavatsızlar…
Saygısızlar…
Görgüsüzler…
Yarınlarda bizim için tehlikeler.
Bu iş, insanlık boyutunu aşalı çok oldu.
Ve biz, onlar aramızda istemiyoruz.
Gizli bir emel olarak düşünüldüğü söylenen;
ARAPLAŞMAYI DA…