ORADAN, buradan, korona falan derken nisan ayını da geride bıraktık.
‘Yaz geliyor’ diye seviniyor olabilir tuzu kuru birileri…
Ben, o dört ayı inleye inleye geçirenlere bakarım da asl olan, geçenin ne olduğu...
Geçen zamanla beraber, ömrün ta kendisi…
Kaşım, gözüm derken hepimiz kaçınılmaz sona doğru koşar adım gitmekteyiz.
Eee hepsi olacak tabii…
Nasıl doğduysak, ölüme de öyle inanacak ve bekleyeceğiz.
De önemli olan beklerken nasıl beklediğimiz...
Zamanı nasıl geçirdiğimiz...
Geçen zaman içinde salyangoz misali ardımızda ne tür bir iz bıraktığımız…
Hep kendinize mi yaşadınız?
Yoksa bu dünyayı başkalarıyla paylaştığınızı hatırladınız mı?
Hani sizin gördüğünüzü asla görüp yaşayamayacak.
Sofranıza koyduklarınızı sadece hayallerinde görüp yutkunacak.
Alıp giyemeyip bir kenarda unuttuğunuz giysilerinizi bir ömür boyu sadece vitrinlerde görebilecek.
İmkanınız olsa siz evinize dahi arabanızla çıkmayı düşünürken, delik cepleri nedeniyle yılları adımlarıyla yürüyecek birileri olduğunu hiç hatırladınız mı sahi?
Bence biraz vicdan sahibi olma zamanı.
Hazır da ramazan ayı...
Siz donattığınız sofralarınızın resimlerini yayımlarken…
Millet aç…
Millet sefil…
Kiminin işi, kimini aşı yok…
Geleceğe inancı kalmamış çoğunluğun…
Kuru kuru yutkunmanın bir lokma ekmek yerine geçtiği dönemi yaşamaktalar.
Şimdi biraz el uzatmanın zamanı değil mi?
İnsanın insana yardımı başka hangi zaman olur ki?
Yardım dediysem, kitapta dediği gibi; “Veren el, alan eli görmeyecek.”
Milletin parasıyla öne çıkıp, “Şunu yaptım, bunu dağıttım denmeyecek!”
Verdiklerinin önünde boy boy resim çektirilmeyecek!
Gücü olanların yapması için fırsat zamanı, tamam…
Ama isimsiz!
Ama resimsiz!