BU tanımın içine makam sahibi olarak tanıdığınız herkesi dahil ediyorum.
Zira onlar bu ülkenin her köşesinde aynı kaderi yaşıyorlar.
Bu seçilen için de aynı…
Tayin ile gelen için de…
Şikayetleri dilekleri ben de okuyorum.
Özellikle de yerel siyasetçiler ve milletvekilleri için olanı…
Sivil hayattan bir şekilde tanıdığımız insanlar.
Kimisi arkadaşımız…
Kimisi dostumuz…
Kimisi aşina olduğumuz ya da isimlerini duyduğumuz insanlar.
Sokağa insinler istiyoruz...
Bizi dinlesinler istiyoruz…
Dertlerimize çare olsunlar istiyoruz…
En azından biz talep ettiğimizde yanımızda olsunlar, bizimle bir çay içsinler hatta talep anımızda hazır kıta olsunlar istiyoruz…
Seçimden önce her ne iseler seçimden sonra da o olsunlar istiyoruz…
İmtiyazlı olan hep biz olalım istiyoruz…
Bazıları abartılı olsa da genellikle makul istekler bunlar.
Ama unuttuğumuz bir husus var.
Bir yönetici, bir makam sahibi ya da bir siyasetçinin seçimden önceki haliyle kalmasını beklemek hayaldir.
Eriştikleri makamlarda etrafları öylesine sarılır ki bu çelik örümcek ağlarından kendilerini kurtarmaları her zaman mümkün olamaz.
Herkes yakın olmak ister onlara…
Herkes destek olmuş ve herkes dosttur.
Paranın gücüne sahip olanlar yeni bir çevre oluşturmuştur artık.
Makam sahibi de bir müddet sonra bu ışıltı çevrenin kamaştırdığı gözlerle etrafını pek göremez olur.
İşini yapmaz mı?
Eksik olur, aksak olur ama yapar elbette…
Halka karışmaz mı?
Karışır fırsat bulabildiğince…
Ama yeterli görülmez!
Makamına selamsız, sabahsız, teklifsiz girmek ve çay içip zaman mefhumsuz sohbet etmek hak olarak görülür.
Arandığında, ‘Şak’ diye karşılarında…
Çağırıldığında itirazsız, ‘Pat’ diye huzurda olması beklenir.
Yanlışlık da buradadır aslında.
İnsanlar genele hizmet etsin diye seçilir ve tayin edilir.
Bunu yapabildikleri müddetçe bazı aksaklıklar, ihmaller hoş görülmelidir.
Ama yöneticinin kaderidir;
Herkesi hoş tutamıyor, memnun edemiyorsa,
‘Tu kaka’ ilan edilmelidir.