ÇOĞUMUZ farkına bile varamıyoruz geçen zamanın…
Kimimiz geleceğe dair umutları düşleyerek yaşıyor.
Kimi de ‘Hayat bir gündür. O da bugündür’ diyerek yaşamın keyfine vardığını düşünüyor.
Biliyor musunuz, aynalar hiç yalan söylemiyor.
4 yıl önce çektirdiğimiz bir resmi bana atan kardeşime söylediğim gibi;
‘Ne kadarda gençmişiz dediğim yaştayız hepimiz.’
Günü, anı, bugünü hatta yarını ne kadar çok değiştirmek isteyip de sıradanlığa nasıl da mahkum olduğumuzu hatırlıyor musunuz?
“Hayat her anı değiştirerek yaşamak mı, yoksa alışkanlıklarımıza teslim olarak yaşadıklarımızı hayat sanmak mı?” ikilemi arasında nasıl da gidip, geliyor ve zamanı tüketiyoruz değil mi?
Ancak yeni bir yaş alma günü geldiğini hatırlattıklarında farkına varıyor ve iç geçiriyor çoğumuz…
Düşünüp de uygulayamadığımız…
Erteleyip de yaşayamadıklarımız için.
Onlardan kaç tane geçti hatırlamak için çaba sarf etmiyorum bile.
Benim için yakalayıp, yakalayamadıklarımı…
Yaşayıp, yaşayamadıklarım tanımlıyor hayat.
Onun için kaç yaşımda olduğumu sormayın bana.
ÇÜNKÜ;
Yaşın sayılarla alakası olmadığını anladığım yaştayım.
Bazen neşeli bir çocuk,
Bazen yorgun bir ihtiyar var içimde.
Sese tahammül edemediğim.
Kalabalıktan uzaklaştığım, etrafımdaki gereksiz insanları elediğim yaştayım.
Güneşin doğuşu ve batışını hayranlıkla izlediği değil de doğan güneşe şükrettiğim, batan güneşe de hüzünlendiğim yaştayım.
Kaliteli yaşamı…
Huzur vereni…
Az konuşup çok örnek olanı aradığım yaştayım.
En önemlisi de HERKESİ KENDİM GİBİ SANMADIĞIM YAŞTAYIM.