Taşlar yerinden oynatıldı. Zincirin halkaları koparıldı. Halkacıklar arasında rabıta kalmadı. Konuşan haklı sayıldı. Konuşmayan veya konuşamayan sorgusuz sualsiz suçlu muamelesi gördü. Nizam ve intizam yerle bir oldu. Milenyumda düzensizlik varsa -ki çok fazla var- ayakların baş olmaya aday oluşundandır.
Çağımızın hastalık ve tehlikelerinden bazıları şunlardır: korku hissi, şeytan vesvesesi, makam sevgisi…
Makam sevgisi aslında bir sevgi değil bir tutku, bir saplantı, bir bağımlılık, ileri derecede bir ruh hastalığı… Bu hastalığın tedavisi mümkün değil desek yanlış olmaz. Şu anki eksiklik ve aksaklıkların başında makam sevgisi hastalığı var. Aşırı koltuk sevdası… İlle de baş olmak, toplantılar yapmak, bir şey yapmadığı halde yapmış gibi anlatmak, konuşmak, bol bol nutuk atmak, tehdit etmek, bağırmak…
Kimse darılmasın, kırılmasın diye gelen ağam, giden paşam, anlayışının gölgesine sığınmışlar. Orada soluklanıyorlar. Kendilerini hep övenlerle beraber oluyorlar. Yerenlerin yanına bir daha uğramıyorlar. Kurallarına uymayanlara, sana müdürlüğü göstereceğim, diyerek meydan okuyorlar. Mühür bende, sultan benim diyorlar. Size o mührü verenler ne niyetle vermiştir. İyi niyetle vermiştir diye düşünüyorum. Ama siz o mührü alabilmek için, o mühürle altınızdakileri ezmek için, birilerinin karşısında ne kadar eğildiniz, ezildiniz, büküldünüz, küçüldünüz, el etek öptünüz değil mi? Ne kötü değil mi? Hayır deme, kızma, sözüm sana değil ki! Yarası olanlar gocunur. Fakir bizi sarsmış diyenler, bizden bahsetmiş diyenler umarım çok değildir. Umarım… Bu yazıdan rahatsızlık duyanlar umarım çok olmaz. Bu köşeden idarecileri övdüm zaman zaman. Bilerek, isteyerek ve inanarak yaptım bunu. Ancak tepki aldım. Bir mail geldi. Altında imzası yok. Beyefendi hep müdürleri övme, olmuyor, diyor. Olmuyor, olmuyor... Övmek tehlikeli bir şey aslında. Öven ve övüleni saran bir tehlike yumağı bu iş. Öven yarın uygun bir dille de eleştirebilir. Överken sevilen, sayılan eleştirirken, uyarırken de sevilecek mi? Hele bunun dediklerini başımı yastığa koyunca bir düşüneyim, denebilecek mi? Söylediklerinde doğru şeyler olabilir yaklaşımıyla bu yazılar ardı sıra birkaç kez okunacak mı? Gizli gizli, sessiz sessiz…
Kimse duymamalı, görmemeli… Görenler kralcı çıkar da okutmaz. Ne yazmış bakayım. Oooo saçmalamış Sayın idarecim, diyebilir. Kendini sorgulayacakken bu işi sana yaptırmaz. Aman dikkatli ol! Herkes de bu idareciliği istemeyeceğine göre, senin düzelmen lazım. Titreyip kendine gelmen lazım. Aynanın karşısına geçip kendini seyretmelisin. Oranın sana belki en dehşetli bir tuzak olacağını düşünmelisin. Dün maraba idin, bugün ağa oldun. Yarın marabanın içine bile giremeyebilirsin. Hiç düşünüyor musun?
Dün eziliyordun. Bugün ezeceksin öyle mi? Zalimden farkın ne o zaman? Hırslarınla, duygularınla mı yöneticilik yapıyorsun? Kararlar verirken sol beyni hep devre dışı mı bırakıyorsun? Sen hiç Mevlana okudun mu? Hayır, hayır kitap okudun mu? Mevlana Hazretlerinin idareciler hakkındaki yorumlarını biliyor musun? Böyle bir konferans dinledin mi? Allah razı olsun Mustafa Yeşilyurt Hocam her çarşamba anlattı Mevlana’yı. Oraya tüm müdürler gelmeliydi. Okumuyoruz madem dinleyelim. Biz dinlemeyi, dinleyerek öğrenmeyi severiz. Mevlana şöyle diyor: Eğer bir insan idareciliği çok sever ve isterse o makam ona mezar olabilir. Orası ona felaketler getirebilir. Ancak başkaları birini o makama ehil görür, sen buraya idareci olmalısın derse, o kişi de duayla Allah utandırmasın diyerek bu görevi zorla kabul ederse başarılı olur. Allah ona yardım eder. Ama nerde? Mevlana’yı dinleyen mi var? Okuyan mı var? Ya Hz. Ömer’i? Ya Peygamberimiz Hz. Muhammed’i? Tanıyor muyuz bunları idareciler? Örnek almaya çalışıyor muyuz?
Bir idareci önce ahlak dersi almalı. Hem de en iyisinden. Kendisinde nizam olmayanlar ele nasıl nizamat verirler? Bu akıl kârı bir iş midir?
Sayın müdürüm, personelini sevk ve idare etmekten daha önemli işlerin oluyor mu? Hoşuna giden bir iş oldu mu bir çırpıda öğretmenlerini, çok sevdiğin öğrencilerini bırakıp gidebiliyor musun? Vicdanını nasıl rahatlatıyor, kendini nasıl kandırıyorsun? Sana pek çok insan yaptığının yanlış olduğunu söylemez. Kötü olmak istemez seninle. Ancak sana en büyük zararı, olgunlaşmamış nefsinle o kişiler verir. Farkında mısın? Sen idarecilik yolunda puan toplamak için uğraşıyorsun. Bu azim, uğraş, seni öğretmenlerinden, öğrencilerinden, ideallerinden uzaklaştırmasın dikkatli ol!
Bunlar niye yazıldı? Bunlar birine yazılmadı. Bu yazıyı okuyup benden mi bahsetmiş acaba derse bir kişi kendini sorgulasın. Kendine yeni bir format attırsın. Yeni halini göstersin bizlere. Samsun’da başarı için, Türkiye’de başarı için yazdım bu yazıyı. Hiçbir isim telaffuz etmedim. Etmem. Tarzım değil. İyilerde telaffuz ederim, överim isim isim. Belki olduğundan bir adım ötesini anlatırım. Öyle olmasını istediğim için yaparım bunu. Öyle değilse de bu yazıyı üstlenebilir. Kendini düzeltir. Düzeltemiyorsa ortada aciliyet arz eden iki durum var: güncelleme ve format atma.
Topluma faydalı öğrenciler için; öğrencilere iyi yaklaşan, daha faydalı olan, onların karşısına moralli çıkan öğretmenler gerekir. Öğretmenler için ter döken, mücadele eden, ağlayan ve gülen idarecilere ihtiyaç vardır. İyi bir topluma, iyi öğrencilerle; iyi öğrencilere kaliteli ve moralli öğretmenlerle, istenilen verimi sağlayacak öğretmenlere ise gerçek ve güvenilir idarecilerle ulaşılır. Başarı istiyorsak işte böyle gelir. Ancak ayaklar baş olunca olmuyor işte.
Not: En son aynı gazetede yazı yazdığımız gazeteci- yazar- araştırmacı-tarihçi Osman KARA, dünya sürgününü tamamladı, güzel bir ata binip Rabbine kavuştu. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum. Sevenlerine ve geride kalanlara sabırlar diliyorum. Başımız sağ olsun.