Biz şiir yazardık; hem Divan Edebiyatı’nda ustalar yetiştirmiştik hem de Divan Edebiyatı’nda şairlerimiz vardı.
Fuzuli gibi, Nedim gibi, Nefi gibi…
‘Bana kâfir demiş müftü efendi. Tutalım ben diyem ona müselmân. Vardıkta yarın rûz-ı cezaya. İkimiz de çıkarız onda yalan’
Bir cevap ancak bu kadar zarif olur.
Şeyhülislam Yahya Efendi herhâlde buna cevap vermemiştir ya da verememiştir.
Nefi’den bahsettik ama bizim halk şairlerimiz de var.
Yunus Emre gibi, Dadaloğlu gibi, Aşık Veysel gibi…
Aşık Veysel ‘Benim sadık yârim kara topraktır’ diyen ya da ‘Hakkımızda devlet etmiş fermanı. Ferman padişahın dağlar bizimdir’ diyen Dadaloğlu gibi…
Ne yazık ki bugün, bu zengin mirası yeterince yaşatmıyor, şarkılarımızı ve türkülerimizi unutuyoruz. Şiirin, sadece ders kitaplarında yer alan bir konu haline gelmesi, içimizdeki o şiir aşkını söndürüyor.
Oysa şiir, sadece estetik bir zevk değil, aynı zamanda bir düşünce ve ifade aracıdır. Toplumsal sorunlara dikkat çeker, bireysel duyguları dile getirir ve kültürel kimliğimizi oluşturur. Şiirle yaşamak, hayatı daha anlamlı kılar, dünyaya farklı bir pencereden bakmamızı sağlar.
Bu nedenle, şiire olan ilgiyi yeniden canlandırmak, geçmişimizle bağlarımızı güçlendirmek ve gelecek nesillere daha zengin bir kültür miras bırakmak için çaba göstermeliyiz. Okullarda şiir eğitimine daha fazla önem verilmeli, şiir dinletileri ve söyleşi programları düzenlenmeli, şiir yazma yarışmaları düzenlenmelidir.