Tarih çoğunlukla erkekler tarafından yazıldığı için midir bilinmez, tarihin başrol oyuncuları da sadece erkekler olarak varsayılır. Yazanlar arasında kadınlara yer verilmediği gibi, tarihi şekillendirenler arasında da kadınlar görmezden gelinir. Oysa kadınlar daima var olmuş, tarihin her anında bir şekilde yer almışlardır ve erkekler ne kadar yok saysalar da var olmaya devam edeceklerdir. Üstelik her geçen gün tarihin yapımında ve yazımında daha da görünür olacaklardır.
Geçmişe dönüp baktığımızda, Türk ve Yunan mitolojilerinde güçlü kadın ilahların bulunduğunu görürüz. Kadın hükümdarlar da tarihte hep var olmuşlardır. Ancak bu durum, cahiliye devri Arap toplumunda farklıdır. Kadınların değersiz sayıldığı, kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir kültürde kadın tanrıçalara yer verilmemiştir. Ne kız çocuklarına değer biçen ne de bir kadın ilahesi olan bu toplumda, kadınlar yok sayılmıştır.
Oysa ki Yunan mitolojisinin Afrodit, Artemis ve Athena gibi kadın tanrıçaları, Türk mitolojisinin Ayzıt, Umay ve Asena’sı, tarihte güçlü kadın figürlerin her zaman var olduğunun birer kanıtıdır. Ayzıt, aşk ve güzellik tanrıçası olarak bilinirken; Umay, kadınları, çocukları ve hayvanları koruyan anaç bir tanrıçadır. Asena ise Türklerin mitolojik dişi kurdu olarak, Türk’ün zor zamanlarında ona koruyucu olan, yol gösteren bir simgedir.
Ne yazık ki, biz Türk tarihini yazarken, özellikle son dönemlerde, sadece erkekleri anıyoruz. Kadınlar bu anlatının neredeyse dışında bırakılıyor. Oysa ki kadınlar her zaman vardı, üstelik çoğu zaman erkeklerden daha da önemli rollerdeydiler.
Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Harbi’nde, Tokat türküsünü dinlerken genellikle o dönemdeki genç kızların üzüntüsüne odaklanırız. Ancak türkünün kahramanları olan 15’lilerin, yani 16 yaşındaki çocukların cepheye gitmek zorunda kaldıklarını ya bilmeyiz ya da unuturuz. Bu gençlerin hayatları, henüz başlamadan son buluyordu. Ve arkalarında bıraktıkları acıyı en çok hissedenler ise onları yetiştirip cepheye gönderen kadınlardı.
Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Anadolu’ya yalınayak göç eden, sırtında bebesiyle yollara düşen kadınlarımız vardı. Onlar, savaşın yükünü en ağır şekilde taşıdılar. Çanakkale’de iki oğlunu şehit veren, Kafkas cephesinde bir diğer oğlunu esir düşen, askerdeki kocasından haber alamayan ve üç çocuğuyla sokakta kalan kadınlarımız vardı. Bu kadınlar, savaşın görünmez kahramanlarıydı. Savaşın madalyaları erkeklere verildi, ama acının en büyüğünü çeken hep kadınlardı.
Bir madalyayı çok görmüş olabiliriz, ama hiç olmazsa haklarını teslim etmeliyiz. Bu toprakların sadece erkeklere değil, kadınlara da ait olduğunu kabul etmek zorundayız. Sadece bireysel hayatlarımızda değil, toplum olarak da kadınlara hak ettikleri değeri verdiğimizde, geleceğimiz çok daha parlak olacaktır.
Tarihte kadınlar hep vardı, bugün de varlar, yarın da olacaklar. Tek yapmamız gereken, onların varlığını kabul edip haklarını teslim etmek. Bu, onları görünmez kılan tarihe de bir borcumuzdur.