Kayseri Lisesi’nde başlar benim şiirle tanışmam.
Daha doğrusu şiirle aşina olmam.
O günlerde Kayseri’de Devrim diye bir gazete çıkardı. Ben de o gazetede Oğuz Kürşat Atlıhan imzasıyla şiirler yazardım.
Yunus Emre Özulu bizim edebiyat hocamızdı. Bana ‘zindan kaçkını’ derdi. Ben liseyi Sinop’ta okumuştum. Onun için bu lakabı ne ben yadırgardım ne de sınıf arkadaşlarım…
Bir gün konu şiir okumaktan açıldı. Ben de ‘okurum’ dedim. ‘Sen ne anlarsın okumaktan zindan kaçkını’ dedi.
Hocam dediler arkadaşlarım ‘o aynı zamanda şiir yazar.’ Ve benim Oğuz Kürşat Atlıhan imzasıyla şiirler yazdığımı söylediler. Şaşırmıştım hocam. Hemen müdüre gitti. ‘O kaç gündür seni arıyor’ dedi.
Mehmet Ateşoğlu bizim lisenin müdürüydü. İyi bir şairdi. Bir taraftan çekinerek bir taraftan da havalı bir şekilde gittim müdürün odasına…
Hocam ben Oğuz Kürşat Atlıhan. ‘Beni emretmişisiniz’ dedim. Odasının duvarında ‘Ardından 40 köpek havlamayan kurt, kurttan sayılmaz’ yazısı ve Ziya Gökalp fotoğrafı vardı.
‘O sen misin?’ dedi ve beni şiire teşvik etti.
Çalakalem şiirler yazıyordum. Ötüken’de, Toprak’ta yayınlandı kimi şiirlerim…
Ta ki Hüseyin Nihal Atsız’ı tanıyana kadar. Daha doğrusu ona şiirlerimi götürene kadar.
Bir defter dolusu şiir verdim. ‘15 gün sonra gel’ dedi. Ömrümdeki en uzun 15 gündür. 15 gün sonra gittim, Atsız bey şiirden bahsetmiyordu. Sonunda ben dayanamadım. ‘Hocam benim şiirlerim…’ dedim.
Atsız bey tüm defteri satır satır okumuş, yanlışlarımı işaretlemiş. Bir şiirim var hatasız. Altı paragraftan ibaret. Ama altı beş gitmiş, sonunda o da karışmış. O da 5 artı 5’e dönmüş.
Uzun süre kalemi ve şiir yazmayı bıraktım. ‘Saçmala’ dediler, ‘Hüseyin Nihal Atsız kolay kolay beğenir mi?’ dediler.
Yıllar sonra tekrar aldım kalemi elime ve sevgilime şiir yazdım.
Şimdilik bu kadar…