O, bu milletin bağımsızlığının lideri, başkomutanı ve devletin kurucusudur. O, halkın kendi kendini yönetmesi olarak tanımlanan Cumhuriyet’in kurucusudur.
Libya'dan Balkanlara, Çanakkale'den Doğu Anadolu'ya, Kafkaslardan Filistin'e kadar neredeyse her cephede düşmanla savaşan bir vatanseverdir. O, bir kurmay subay, bir paşa, bir başkomutandır.
Ne unutulur ne de unutturulabilir.
Kadere inananlar için bir de vesile kavramı vardır. İlahi takdirin gerçekleşmesine vesile kılınan insan. Hayra da şerre de vesile olan insan. O, hep bu milletin kader anının söz sahibi ve hep hayra vesile olmuştur.
O’nun olmadığı bir Trablusgarp (Libya), Balkan Savaşı, Çanakkale, Doğu Anadolu veya Milli Mücadele yazamazsınız. Yazarsanız, o tarih olmaz, sahtekârlık olur.
Atatürk’ün doğduğu topraklar aynı zamanda Büyük İskender’in de doğduğu topraklardır. Doğdukları yerler aynı olmasa da oldukça yakındır. Cumhuriyetin ilk büyükelçilerinden Fransız Comte Charles Chambrun, bir gün Gazi Mustafa Kemal Paşa ile konuşurken bu tesadüfe işaret eder. Gazi Mustafa Kemal Paşa, sözünü keser ve “Mukayese burada sona erer” der. Sonra da şunları ekler:
“İskender dünyayı fethetmişti, ben böyle bir şey yapmadım. O, dünyayı istila edeyim derken, kendi vatanını unutmuştu; ben kendi vatanımı hiçbir zaman unutmayacağım.”
O, vatanını da milletini de unutmadı; millet de O’nu hiçbir zaman unutmadı ve unutmayacak.
Bu yazıyı yine aynı elçinin şu ifadeleriyle noktalayacağım:
“Türk Ulusu, sonradan Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya Atatürk soyadını verdi. Bence bu, ayağına gelen Osmanlı sultanlarının tahtı yerine, ulusunun gönlündeki tahtı üstün tutan bir öndere, o ulusun gösterebileceği en yerinde şükran ifadesidir.”