Anadolu Uygarlığının birleştirici gücünden, ayrışmaya giden hikayesini paylaşacağım. Aşağıdaki resme iyi bakın. Paris Üniversitesi’ne ilk girer girmez bu tabloyu görürsünüz. Ortada duran kişi İbn-i Sinâ(Avicena) ve bir tahtta başında taç ile otururken, sağındaki kişi bugün Anadolu topraklarında Bergama olarak bilinen Roma İmparatorluğunda doğmuş ve Avrupalılar onu “Hekimlerin İmparatoru” olarak adlandırmışlardır. Sol yanında ise; tıbbın babası olarak anılan ve yine bugünkü Anadolu topraklarına komşu İstanköy Adası olarak bilinen yunan adasında doğan Hipokrat resmedilmiştir. Resimde İbn Sina ortada oturmakta ve başında da bir taç bulunmaktadır. Bundan dolayı Avrupalılar ona “Tıbbın Hükümdarı” olarak kabul etmişler ve ondan övgüyle bahsetmişlerdir.
Batı dünyasında "Avicenna" olarak tanınan, çok sayıda kitaba ve tabloya konu olmuş İbn Sina, sadece Türk ve İslam dünyasının değil, ortaçağ Avrupa'sının da en büyük tıp bilgini, büyük matematikçisi ve filozofudur.
Batılılar tarafından, Orta Çağ Modern Biliminin kurucusu olarak tanınan bilimci İbn Sina, tıp alanında yedi asır boyunca temel kaynak olarak El-Kanun fi't-Tıb (Tıbbın Kanunu) adlı kitabı ile ün kazanmıştır. Bu kitap Avrupa üniversitelerinde 17. yüzyılın ortalarına kadar tıp biliminde temel eser ve ders kitabı olarak okutulmuştur. Kitap, Fransa'nın en meşhur tıp fakülteleri olan "Montpellier" ve "Lauvain" Üniversiteleri'nin temel kitabı olmakla beraber, İbn-i Sina'yı 700 yıl Avrupa'nın tıp hocası etmiştir. Önümüzdeki yazılarda “El-Kanun fi’t-Tıp” orijinalinden çeviren Sayın Prof. Dr. Kadircan Keskinbora’nın kalemiyle anlatmaya çalışacağım. Ama bugünkü yazımızda, o dönemlerde Anadolu toprakları bilim ve tıp alanında tek söz sahibi iken, nasıl geriye gittiğimizi anlatmaya çalışacağım.
O, batı için karanlık bir çağ olan Orta Çağı, yaptığı bilimsel çalışmalarla, İslam’ın Altın Çağına dönüştüren bilim adamlarımızdan biridir. İslam dünyası için ise orta çağ, Müslümanların tüm dünyaya medeniyet dersi verdiği; bilimde, siyasette, felsefede, sanatta dünyanın zirvesinde olduğu bir dönemdir. Ayrıca, İslam dünyasının bir parçası olan Türkler de geç orta çağ döneminde ve yeni çağın ilk yüzyıllarında dünyanın en büyük siyasi ve askeri gücüdürler.
Ortaçağ karanlığı ise bir gerçektir ve Avrupa coğrafyasında yaşanmıştır. Kadınların cadı, büyücü suçlamasıyla yakıldığı, kiliselerin ve din adamlarının en güçlü siyasi ve dini otorite olup
kutsal kitaplarını halkın üzerinde bir sömürü aracı olarak kullanıldığı ve fakirlik, vebalar, cüzzamlar gibi salgın ve hastalıklarla binlerce insanın öldüğü, öldürüldüğü bir dönemden bugün dünyanın bilim, sanat ve sağlık alanında söz sahibi olduğu bir döneme evrilmiştir.
Türk ve İslam dünyasında ise tam tersi olarak, bilim ve sanatta geriye gitmiş, tekke ve cemaatlerin halkın üzerinde sadece dini duyguları ile değil siyasi ve ahlaki otorite haline geldiği bir dönemde yaşıyoruz. Salgınların, hastalıkların, savaşların, din-mezhep savaşlarının ve milyonlarca insanın ülkelerinden kaçarken öldüğü ortaçağ karanlığına geri döndüğü bir dönemde, bu travmalarda yine en büyük zararı gelişmemiş Müslüman ülkeler görmeye devam etmektedir.
Ülkemiz sadece Müslüman bir ülke olmayıp, yüzyıllarca çok çeşitli ırktan, dinden ve dilden insanın bir arada yaşadığı bir coğrafya olmuştur. Din-dil, ırk-mezhep ayrımı yapmadan birbirimizin kültürünü sindirdiğimiz bir toplumdan, insanların giydikleri kıyafetlere, dinlerine, dillerine ve mezheplerine ve hatta üye oldukları veya oy verdikleri partilere kadar ayrıştırmaya başlamışlar ve bugün artık hepimizin konuştuğu sosyal/toplumsal bir hastalık hatta paranoya haline gelmiştir. Bu arada “paranoya” nedir derseniz; aşırı endişe veya korkuyla karakterize edilen ve diğer insanların hareketlerini küçültücü ve tehdit edici olarak algılayan aşırı duyarlılık durumudur ve bu kişilerde, kendi inançlarına ikna olma, karşıt bulgular ve fikirlerden rahatsız olma gibi anormal davranışlar görülür. Yani tek kelime il günümüzün siyasi, dini ve ahlaki ayrışmanın sonucu diyebiliriz. Oysa mini eteklisi de dini eteklisi de bizim. Türk vatandaşı ve Müslüman olan hiç kimse bizim aramıza giremez. Zaten bu ikisinin birbiriyle sorunu yok gidin bakın okullara üniversitelere aynı sırada oturup aynı duyguları besliyorlar. Sorun bundan menfaat bekleyenlerde. Siyasi, idari ve insani dünyevi hırsları olanlar bunları ayrıştırıyor. Akıllı olan zaten kimse yanındakini tanımak için başkasının sözüne bakmaz.
Alevi-Sünni, Müslüman-Hristiyan, Kürt-Türk vs. ayrım insanlık dışı olup, Avrupa’nın karanlık Ortaçağ zihniyetinin aynısıdır. Avrupa bu ayrışmadan sıyrılıp, tüm enerjilerini ve emeklerini sadece bilim, teknoloji ve sanatta gelişmeye vererek Ortaçağ karanlığından çıkıp, bugün tüm dünyada kullanılan teknoloji ve sağlık alanlarındaki cihaz ve ilaç buluşlarıyla milyonlarca insanın hayatına dokunmaya devam ediyorlar.
Bu sözlerim, bizim farklılıklarımızı kullanarak bizi ayrıştırmaya çalışanlara gelsin.
Allah; sizi insanları ayırın ve ayrıştırın diye bir görev mi verdi? Ya da ekonomik ve siyasi gelişmeleri dini yönden yorumlamanızı mı istedi? Allah size aklı ve vicdani insanların hayatını "kolaylaştırın" diye verdi. Siz insanların etek ve sakal boyuna, kullandığı ve kullanacağı oya odaklanarak bizi karanlığa sürüklüyorsunuz.
İnsanların seçimlerde sanki “oylarını değil, ruhlarını alacak” gibi konuşuyor ve bizi ayrıştırıyorsunuz.
Atatürk’ün halkına ölmeden önce söylediği gibi: “Milletimiz, dil ve din gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri, hiç bir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz da.”
Sağlıkla kalın…