Kolay olacak, rahat geçecek diye düşünülen bir maç olmadı.
Rakip, Samsunspor’u yolundan etmek, çelme takmak için maçın tamamında büyük bir mücadele örneği seyrettirdi.
Taktir edilecek bir durum.
Ne yapacaktı yani? Sizin bir hedefiniz var, oraya koşun, biz ligi kazasız bitirdik, varın sizin yolunuz açık olsun. Aha da geçidi açıyoruz mu demeliydi.
Futbol şansı da kaleci melekleri de yanlarındaydı. Öne bile geçtiler. 95 dakika bu durum böyle devam etti.
Sonlasında masaları önce sallandı, sonra da devrildi.
“Yenildiğinde değil, vazgeçtiğinde kaybedersin” sözünün vücut bulmuş hali oldu. Takım, kenar yönetimi, tribünler, umutlarını asla kaybetmediler. Önce eşitliği sağladılar, sonrasında da skor tabelasının rengini değiştirdiler.
Herkes gibi benimde Samsunspor mazim uzun yıllara dayanıyor. 1965’de oynanan son lig maçında eski stadın tahta tribünlerinde dayım ile birlikte Güneşspor maçıyla başladım.
Samsunspor’un attığı golleri uydurma gerekçelerle saymayan hakemin olaylara çanak tutmasına şahit oldum. İlk resmi maçımda futbolun aslında sahada oynanmadığını anladım.
Rahmetli Süleyman Saba’nın dediği gibi, “Kazanmak için sadece rakibini değil, aynı zamanda hakemi de yeneceksin” sözünü herkesin şiar etmesi gerekir.
Profesyonel yaşamında 60 yaşına ayak basan Samsunspor, büyük bir başarıya imza koydu. Herkesin diline düştü, gönüllerini fethetti. Taktir ediliyor, seviliyor, saygı duyuluyor. Kalbi nifak tohumlarıyla dolu, kötü insanlar yok değil. Ama azınlıktalar. Varsın kıskanmaya, haset konuşmalar yapmaya devam etsinler.
Kulaklar tıkalı duyulmuyorlar.
Çok küçükler görünmüyorlar.
Kör kuyularda yaşadıklarından çıkamıyorlar.
Samsunspor Londra asfaltına çıkmış Ferrari gibi, tartan piste yarışan Hüseyin Bolt gibi koşuyor.
Sevenlerini de çok ama çok mutlu ediyor.