Samsunspor ile tanışmam 1965-66 sezonunun son maçına denk gelir.
O vakitler 6 yaşlarında olduğumu söylersem yaşımı ortaya çıkarabilmeniz mümkün.
Umurumda da değil zaten, oldum olası şu yaş işlerinden hoşnut olmamışımdır.
İnsan ömrü bence “an” olarak kabullenilmelidir.
Yaşadığın an varsın, bir saniye sonra bakmışsın uçmuşundur hayattan…
Bizimle beraber yaşayan, baba yarısı olarak kabul ettiğimiz Hakkı dayım futbol tutkunu idi.
Bir pazar sabahı “hadi maça gidiyoruz” dedi.
O vakte kadar çok yakınızda bulunan stada gitmişliğim yok.
Söylediğine göre bu maç Samsunspor için çok ama çok önemliymiş.
Benden iki yaş kadar büyük ağabeyimi de yanına alıp tuttuk stadın yolunu…
Kısaca özetleyecek olursam…
Yeni kurulan Samsunspor ilk kez 2. Türkiye Ligi’nde oynuyor.
Sezonun son maçında ise Ankara Güneşspor ile karşılaşıyor.
Yenerse grubunda ilk dörde girecek, şimdilerin Süper Ligi olan 1. Lig’e yükselme maçları oynayacak.
Yenemez ise en yakın rakibi olan Güneşspor bu hakkı elde edecek.
Cedit Mahallesi’ndeki evimizden eski stada yürüyerek giderken kestirme olsun diye bahçelerin içerisindeki patika yolu kullanıyoruz.
Bizim gibi herkes, neredeyse tüm şehir yollara düşmüş.
Dayım ikimizi de önümüze katıp önce bilet kuyruğuna, sonrasında da içeri giriş kuyruğuna geçirip stada güç bela soktu.
Maraton tribününün üçüncü basamağında kendimize ite kaka bir yer bulduk.
Çok geniş güvenlik önlemleri alınmıştı.
Maçta bir bölük asker, iki manga jandarma, yirmi sekiz polis, yedi komiser muavini, üç komiser, yirmi dört bekçinin görev yaptığını çok uzun yıllar sonra öğrendim.
Maça giremeyenler stat çevresinde oturmuş sonucu beklemeye koyulmuşlardı.
Yolun karşı tarafındaki incir ve sebze bahçeleri insan yığınıyla doluydu.
Kulakları, içeriden gelecek “gooollll” sesine odaklanmıştı.
Kimileri ise, sadece iki kale direği ve ceza alanlarının bir kısmının göründüğü orta alanın büyük bölümünün kapalı tribün nedeniyle görünmediği Toraman Tepe’ye, diğer adıyla Kalemkaya’ya çıkmış, bir yandan piknik yapıp diğer yandan da maçı izlemekteydiler.
Pek çoğunun elinde dürbün vardı.
Bakıp yanlarındakilere pozisyonları anlatıyorlardı.
Bu, yıllarca eski statta oynanan her Samsunspor maçında yaşanan olağan bir durumdu.
Gelelim maça…
Heyecandan olacak Samsunsporlu futbolcular maça aykırı bir başlangıç yaptı ve bir anda Ankara ekibi iki gol bulup öne geçti.
Kalecimiz Turan (Yüzüak) şanssız goller yemişti.
Herkes susmuş, tam bir şok dalgası tüm kasveti ile stadın üzerine çökmüştü.
Umudumuz ikinci yarıya kalmıştı.
Sahaya daha diri bir çıkış yapan takımdan herkes geri dönüş bekliyordu.
Öyle de oldu…
Santrayla birlikte rakip kaleye gittik ve Nazım Kayıkcı’ın golüyle skoru 2-1 yaptık.
Geniş gövdeli adamların arasından ağabeyimle birlikte sahayı zar zor görebiliyorduk.
Tribünlerdeki coşku gol ile birlikte daha da artmıştı.
Tahta tribünler üzerinde tepinip duruyorduk.
Ardından Temel Keskindemir’in golü geldi.
Ancak sevincimiz kısa sürdü.
Hakem ( Muzaffer Sarvan) golü saymamıştı.
Bunun haksız bir karar olduğunu şahsı hakkındaki iltifat dolu sözlerden anlayabiliyordum(!)
Sahadaki futbolcular, teknik heyet ve tribünler bir hayli öfkeliydiler.
Maç yeniden başladı.
Mustafa Erol’un ayağından bir gol daha bulduk.
“Skoru eşitledik” diye seviniyorken bizler, hakem bu golü de saymadı.
Bu iş de bir kasıt vardı.
Hiç kimsenin sabrı, bu haksızlık yumağı karşısında durgun kalmadı.
Protestolar, aleyhte tezahüratlar başladı.
Sahaya tribünlerden taşlar fırlatılıyordu.
Oyun durmuştu.
Öfkeli seyirciler tel örgüleri sallaya sallaya yere indiriverdiler.
İş çığırından çıkmıştı.
Dayım, ağabeyimle beni tribünlerin altına sokup, “Siz buradan liman içine oradan da eve gidin, ben daha sonra geleceğim” dedi.
Bizi bırakıp sahaya girdiğinde, elinde korner bayrağının sopasıyla hakemlere doğru koştuğunu hayal meyal görebiliyorduk.
Sonrası…
Biz eve geldik, dayım ise gece yarısı döndü.
Karakolluk olanların arasındaymış.
O maç, hayatımda izlediğim ilk resmi futbol maçıydı ve hakemin yüzünden 73. dakikada yarım kalmıştı.
Oyunu ve kurallarını dahi bilmiyorduk.
Bildiğimiz tek şey sokak arasındaki ikişer taştan yaptığımız kaleler arasında patlak bir topla oynadığımız şeyin adının futbol olduğuydu.
Maç tatil edilmiş, Samsunspor haklı iken haksız duruma düşmüş, hükmen mağlup edilmişti.
O olaylar ve yaşadıklarım, yüreğimdeki Samsunspor ateşinin ilk kıvılcımıydı.
Buna eminim, zira 13 Şubat 1966’da başladı ve 55 seneyi devirdi.
Hala da gürül gürül yanıyor!
Bunda biricik dayım Hakkı Güveli’nin katkısı çok yüksek.
Sanırım o ateş son nefesimi verdiğimde sönecek.