“Çarşamba'yı sel aldı. Bir yar sevdim el aldı. Keşke sevmez olaydım. Elim koynumda kaldı” diye başlar bizim türkümüz…
Çok değişik, çok güzel, ilginç, hayret veren hikaye ve yaşamlara kucak açmış. Bulunmaz bir diyardır Çarşamba…
Siz onu ne kadar kavgacı, gürültücü, hırçın bilseniz de…
Bir o kadar naif, yetenekli, sanata düşkün, içinde binlerce gizli kahraman barındıran sırlar dolu bir hazinedir Çarşamba…
***
Bu Çarşamba var ya bu Çarşamba…
Bir zamanlar daha güzeldi, daha hoştu, daha cazibeliydi.
Irmağın 2 parçaya böldüğü doğu ve batı birer ayrı toprak parçası gibi söylenirdi, birine ‘ötça geçe’, diğerine ‘betça geçe’ derlerdi ama aynı kaderin oksijenini soluklardı her iki yaka…
Takımları farklı, iddiaları ve düşünceleri ile birbirleriyle yarış da etseler her ikisi de Yeşilırmak’ın ikiz evlatları gibi Çarşamba’nın kaderini beraber yazarlardı. Çarşamba’yı size burada anlatmaya kalksam 10 ciltlik bir eser ortaya çıkar ama buna ne benim gücüm ne de sizin zamanınız yeter.
Size Çarşamba’nın neresini anlatsam, neyini anlatsam, ne yemeğini, ne özelliğini anlatsam?
Karar veremiyorum…
Ben size Uzunçarşı’yı mı anlatsam?
Sarıcalı, Sungurlu, Hasbahçe’yimi anlatsam?
Orta mahalleyi, Değirmenbaşı’nı, Donurlu Sokağı’nı mı anlatsam?
Arabada satılan tükürük köfteyi mi, kıymalı pideyi mi, Çerkez peyniri mi, karlı buzlu limonatayı mı, kaldırık turşusunu mu, kırçanı mı, kaymaklı dodurmayı mı, fasulye kavurmasını mı, Köroğlu ekmeğini mi, Gazyek turşusunu mu, Emirhan suyunu mu, Sucu Mustafa’yı mı, Bakkal Nafız abiyi mi, Laz Kadir’i mi, Molla Pastanesini mi, Akkaya Fırınlarını mı?
Söyleyin bana nerden başlasam, nasıl başlasam?
Diyeceksiniz ki şimdikini beğenmiyor musunuz?
Beğenmez olur muyum hiç?
Hala ekmeğini yediğim, suyunu içtiğim, rızkımızı edindiğimiz, insanına kurban olduğumun memleketimi beğenmez miyim hiç?
Çocukken top oynarken kavga ettiğimiz-küs olduğumuz bir arkadaşımızı gurbette görünce sarılmışlığımız var bizim.
Doğru dürüst tanımadığımız göz aşinalığı olan hemşerimizle, gurbette ekmeğimizi bölüşmüşlüğümüz var bizim…
İşte Çarşambalılığın en kırılgan yeri de burada zaten...
Memlekette vermediğimiz değerleri ancak dışarı çıkınca hatırlayan bir yanımız var bizim…
Irmağın iki yanındaki “ada” adını verdiğimiz futbol sahalarını, Kanarya Pazar yerini, Kavakdibi’ni, lisenin bahçesini, Eski Samsun yolunu, Göğceli Mezarlığı’nı, Alibeyli köyünü, Karamustafal’ıyı, Dörtyolu, köşeli kasketi, topuklu ayakkabıyı, Köroğlu fırınını, uçurtma uçurmalarımızı, mahmuzlarda ırmağa girmemizi, Arnavut taşlı kaldırımları ve yollarımızı, yıkılan su kulesini, Abdullahpaşa ve Rıdvan Paşa camiilerini, Köprüden Yeşilırmak’a atlayan Göden Ali’yi, Cemil’i, Arslan Dayı’yı, Halil Usta Fırını’nı hatırlayan bir yanımız var bizim…
***
İki eski Çarşambalı dışarıda bir araya gelseler eminim burada anlattıklarımın büyük bir kısmını konuşurlar.
Hikaye de bu ya: iki Kayserili bir araya gelmişler. Aralarında şunu konuşmuşlar: “Memleketten hemşerimiz Kemal’i çağıralım, bizim imalathaneyi büyütelim 3 ortaklı fabrikaya çevirelim.”
İki Doğu Karadenizli müteahhit ise “Memleketten hemşerimiz Temel’i çağıralım. Ortaklaşa büyük bir inşaat şirketi kuralım” demiş. Bizim Çarşambalı iki kafadar ise: “La gardaşım, memleketten Hasan ve Hüseyin’i çağıralım; akşama 4 kol okey oynar, gece de kafaları çekmeye giderük” demiş.
Biraz ehlikeyfedir Çarşambalı; yemeyi, içmeyi, yaşamayı sever.
Hele de bir dönemin Çarşamba’sının çocuğu iseniz…
Hele de içinize hala çocukluğunuzun o çok güzel Çarşamba’sı nakış gibi işlenmişse…
Mutlu, huzurlu, komşuluk ve akrabalığın dolu dolu yaşandığı yıllarda büyümüşseniz…
Arkadaşlığın, sevginin, yaşamın ve en tatlı hatıraların belleklerinizin gizli köşelerinden aniden çıkışı ile geçmişi yaşıyorsanız…
İşte bir zamanların en mükemmel, en unutulmaz ve en güzel Çarşamba’sı, en hoş manzaralı Çarşamba’sı gözlerinizin önünden film şeridi gibi akar.
Bir zamanlar Çarşamba; çoooook çok gelişmiş olmasa da şirindi, alımlıydı, daha bakirdi, daha saf, daha cana yakındı. Bir zamanlar Çarşamba; çok kalabalık olmasa da herkes birbirini daha çok tanır, saygı ve sevgi sonsuz, güven dolu, sokakları daha huzurluydu. Bir zamanlar Çarşamba; az sayıda zengini olsa da fakirini daha çok kollar, sofrasının baş köşesine oturturdu.
Ve bir zamanlar Çarşamba; daha fazla iyilik perilerine ve mangal yürekli insanlarına sahipti.
Artan nüfus, sosyal yaşam tarzları ve aniden kente yığılım her yer gibi Çarşamba’yı da etkiledi. Gerçi diğer yerlere göre daha az etkilensek de geçmişe kıyasla ben yine de eski Çarşamba’yı mumla arıyorum. Çocukluğumuzun Çarşamba’sını unutamıyorum.
Nasıl unutalım Tarihi Köprü’yü, Emirgan Çay bahçesini, Şehir Kulübü’nü, Birtat Lokantası’nı, İstasyon Aile Çay Bahçesi’ni, Körırmak Sazlığı’nı, Çay Mahallesi’ni, Hükümet Konağı Bahçesi’ni, Irmak aşağısını, mahmuzları, kayıkları, panayırları, ırmakta balık tutup-yüzme yarışlarımızı, pazar yerlerini, Yeni Köprü’yü, Avni Dayının Fırını’nı, Hasanlı Sokağı’nı, Köfteci Ramazan’ı ve Köfteci Kör Hamdi dayıyı, Yeşilırmak Stadyumu’nu, Lefter Aydın’ı, Boncuk Mithat’ı, Nanak İsmet’i, Beton Mustafa’yı, nasıl unutalım…
Tren ile Samsun’a kaçmalarımızı, taksiyle-minibüsle Çarşamba’ya geri dönmemizi, Söğüt ağacından düdük, fındık dalından ok-yay yapıp çatallı daldan sünekle kuş avlamamızı, Manici dayıyı, Gazozcu amcayı, çamurların fırınını, Birlik Lokantası’nı, Çarşamba Pazarı’nı, Yıldız Sineması’nı, Demirciler Sokağı’nı, Saray Sineması’nı, Dişçi Mustafa amcayı, Sıhhıye Mahmut dayıyı, Terme Caddesi’ni, zahire dükkanlarını, pazar günleri kıymalı yaptırıp peşinden de Çarşambaspor’un, Beldespor’un maçlarına gitmemizi?
Bir zamanlar sanırım Çarşamba daha güzeldi.
Bir zamanlar Çarşamba daha Yeşilçam filmleri modundaydı; saf, berrak, güzel ve dayanılmaz.
Bir zamanlar Çarşamba daha anlamlıydı…
***
“Oy ne imiş, ne imiş aman aman…
Kaderim böyle imiş.
Gizli sevda çekmesi aman aman…
Ateşten gömlek imiş.”
Hoşça kalın, sağlıklı kalın…
Arada Çarşamba’ya da bir uğrayın.
Teşekkür ederiz Selman Çubukçuoğlu.çarşamba türküsünü.iki öyküsü var."çarşamba dedikleri,şekerdir yedikleri.' Diğeri "çarşambayı sel aldı,bir yar sevdim el aldı."
Çok teşekkür ederim eskiyi yad ettim sayenizde. Ne güzel günlerdi o günler. Daha sıçak, daha samimi, daha mutlu yaşadığımız günlerdi. Her yaz geliyorum ama son yıllarda artık o dadı alamıyorum. Kalabalık ve samimiyet azalmış gibi maalesef.
Kalemine sağlık valla o günlere daldım gittim
O muhteşem el yazısıyla tanıdık olsun ya da olmasın herkesin düğün davetiyelerinin zarflarına yüzlerce davetlinin ismini yazan ve bundan en ufak bile öykünmeyen bir efsane daha var, çocuklara karikatürler çizen çocuk dostu da ayrıca bu şahıs. Sebahattin Çubukçuoğlu var. Sen adabın edebin gereği bahsetmezsin babandan. Ama ben bahsetmiş olayım. Bu vesileyle de O'nu saygıyla anmış olayım. Bu arada bir de gitar virtiözü biri var. Ondan da bahsetmemişsin? Ondan da ben bahsedeyim aynı gerekçeyle. Baş harfi Selman :))) Sevgiyle kal. Gönlüne sağlık sevgili Selman Abi. Yazı nefis olmuş. Sen bol bol yaz. Biz üşenmeyiz (erinmeyiz) okumaktan.
Sevgili Selman kalemine sağlık bir bir gözümün önünden geçti anlattiklarin sanki seninle karşılıklı konuşuyor gibi oldum. Canım enistem boncuk mithati Nafiz amcayi atlamayısin yurgimden kelebekler uçurdu senin bu yönünü bilmiyordum lojmanda komşuluğun dairede arkadaşlığın çok güzeldi memleketimin bir güzel insanida sensin sevgili arkadaşım mutlu oldum yazıyı okurken
Ağzına yüreğine sağlık aldım götürdün beni
bir zamanlar carsamba köprü altı bir liman şehri gibi kayıklar ödün depoları bir zamanlar cârşamba miş gibikokan melemen kavunlarinin kanı arabaları ile satıldığı pazardı bir zamanlar carsamba köylüsü ile kasabali sı bir birine kaynasmasi