Belli bir zaman diliminde doğanları ‘ilginç İnsanlar’ olarak tanımlıyorlar. Kim mi onlar? Bizim yaşa yakın olan 1950-1980 arası doğan kuşak için söylüyorlar bunları…
Hele de benim neslin olduğu 60’lı yılların ortalarında doğmuşsanız. İşte o ilginç kuşağın tam da ortasındasınız sayılır...
Değişik bir nesildir bizim yaştakiler. Hem teknoloji hem de eski düzen karışımıdır bizim akranlar…
Kafa bazen eski çalışsa da yeniyi de hemen kavrar valla...
Benim kuşağım ve akranlarım bir başkadır. Nev’i şahsına münhasır ilginç insanlar topluluğudur. Geçenlerde okul arkadaşım bir hemşerimi yolda uzun yıllar sonra gördüm. Yaşlansakta, saçlara aklar düşse de çizgiler derinleşse de gözler yine fıldır fıldır. 18 yaşındaki gibi cıvıl cıvıl, konuşkan, maziyle avunan, anılar dolu günleri unutmayan bir hafıza ve her daim saygı-dostluk-sevgi ve buram buram saflık kokan arkadaşlıklar…
Bizler okula gitmeden hayatı sokakta ön lisans yaprak tanıyan nesildik. Okulda alfabeyi, rakamları tanımadan evvel simidi, pastayı paylaşmayı öğrenmiş bir kuşaktık. Alfabeden evvel Tommiks-Teksas çizgi romanları ile okumayı öğrendik. Bizim kahramanlarımız öyle Superman, Ironman falan değildi. Bizi kahramanımız Fatih’in Fedaisi Kara Murat ya da Battal Gazi; dolayısıyla Cüneyt Arkın idi. Yeşil dev Hulk ya da Kaptan Amerika değil Zagor’un dostu Çiko, Tom Braks’ın arkadaşları Baron ve Tonton isimli köftehorlar ya da Zembla’nın ormandaki dostları idi.
Siyah önlüklü idik, tek tiptik ama basittik. 7 kendine yeten dünya ülkesinden biriydik. 40 milyonduk ama dünyaya kafa tutar ve bir o kadar da gururluyduk. Televizyonlarımız siyah beyaz, hayallerimiz renkli idi. Enerjimizi pekmezden, sağlığımızı anamızın kurduğu turşudan, damak tadımızı tıknaz ve ter içinde kalarak tabanvay gezen dayının elinde tablalara dizdiği taze taze diye sattığı pastadan alırdık. İki bilya ile araba, 3 çubuk ile ok-yay yapabilen 2 taş ile kale kurup çift kale minyatür maç, susayınca çeşmeye ağzını dayayıp kana kana içen bir nesildik biz…
Acıkınca ekmeğin arasına ne koyup verseler de dünyanın en tatlı yiyeceği gelirdi bize. Serinlemek için gaymaklı dondurma, buzlu limonata veya Eskimo yeterdi de artardı bize. Mahallenin çayırlığında top teper, ondan sonra komşunu eriğine-incirine ziyarette bulunurduk. Yüzme havuzlarımız yoktu. Irmak zaten bizim için yaratılmıştı. Üstelik ücret yok: Bedava! Ayakkabılar naylondan, kazaklar orlondan, pantolonlar kalın Sümerbank kotundan, bisikletler 3 tekerden, topaçlar tahtadan, uçurtmalar unlu zamktan, elbiseler Terzi Turan’dan, Horoz şekeri Kani Dayının Bakkalı’ndan, hayalleri kurma lambalı radyodan, daha da ileri hayaller için pazar günleri 3 film birden sunan sinemalardan; oyun için dama, tik tak oynamak için 1 tahta, top yerine 25 kuruşluk madeni para ve 50 çivi ile bir de çekiç yeterdi de artardı bize…
Onca badire görmesine rağmen tüm bu kaoslardan çıkmış dimdik, bilgili, yılmayan, dirayetli, her konu hakkında az buçuk konuşabilecek bir nesildik biz. Aslında yorgun, darbeli, çileli ve zor yılları yaşamış sayılır bizim devre. Bizim yaşadıklarımızı şimdiki nesil bence kaldıramaz…
Üniversite bile okumayanı, şimdikilere 5 çeker bence. Hayat Enstitisü ve Yaşam Üniversitesi doğal mezunudur bu kuşaktakiler. Her şeye kafaları çalışır. Her şeye mutlaka bir çözümü vardır, bu orta yaş gurubundaki elemanların…
Çoğu sporcu, sanatçı, siyasetçi ruhludur. Emin olun yetenek hazinesi saklıdırlar. Her biri aslında cevher gibidir…
Mutlaka bir konuda yetenekleri vardır. Belli etmezler ama mutlaka açık ederler. Pek kendilerini övmezler. Yağcılığı da sevmezler. Tutumluluğu da bilirler; yeri gelince para yemesini de…
Sevmeyi de bilirler, yufka yürekliliği-affetmeyi ve anıların değerini de bilirler…
Kitap okuyan, sobada ısınmaktan zevk alan, hala çizgi filmleri izleyen, gazoz kapağını görünce tekme atan, bisküvit yerken içine lokum sokuşturmak isteyen, önüne düşen topa röveşata atmaya kalkan, garibanı görünce sahip çıkan, radyoda canlı maç dinlemede ısrar eden, lise-üniversite kitaplarını hala saklayan, aklı hala kasetçalar veya plak çalar dinlemekte olan, halka tatlısına bayılan, Şambalı tatlısını görünce dayanamayan, efsane Arjantin takımını ezbere sayan, Cem Karaca-Barış Manço-Neşe Karaböcek dinlerken kendinden geçen, köfte ekmeğe dayanamayan, aklı hala oynarken yırttığı İspanyol paçalı pantolonda kalan, sokakta misket oynayan çocuklarla oynamak için can atan, 10 lira harçlıkla haftayı geçiren, öğretmenini yolda görünce saygıdan önünü hala ilikleyen, pancar çorbası içen, anasının tarhanasına kaşık sallayan, ciddi gözükse de içi güzellikler ve saflık dolu bir nesil idi bizim nesil…
Kayboluyor bu nesil, kayboluyor yavaş yavaş bu “Güzel İnsanlar Topluluğu”…
Bence bu kuşağın tadını iyi çıkarın…
Bunlardan daha üretilmeyecek, bunu bilesiniz. Sınırlı üretim her gün azalıyor.
Sevgiler ve saygılar size “İlginç İnsanlar Topluluğu”ndaki arkadaş, dost ve yoldaşlarım...