Ne güzel bir sözdür:
“Sokma akıl kırk adım gitmez.”
Elalemin aklına inanıp, fikrine güvenmenin nafile olduğunu, bizi hiçbir zaman yağdan sineği çıkarır gibi bazı şeyleri kolayca kotaramayacağımızı anlatan anlamlı bir sözdür.
Daha da iyisi ara gazına gelmemeyi anlatan güzel bir sözdür aynı zamanda…
Kendine öz güveni olmayan, başkalarının nasihatlarıyla pusulasını ayarlayan, şaşkın kimselere ait bir hastalığın sonucudur; sokma akıllı olmak!
***
Kendi aklına değil de başkalarına güvenirsen…
Bir yere kadar gider, ondan sonra tıkanır kalırsın.
Yaşadıklarına, tecrübelerine, bildiklerine, gördüklerine güvenmezsen…
Senden kat be kat cahil zat-ı muhteremlere itimat edip olmaza olur, olura olmaz dersen…
Aklının, mantığının sesine kulak kapatıp dudak okuma ile karşındakinin ağzından her çıkanı uygularsan…
Ben bilmem ona inanırım, ben bilmem bunu uygularım, ben bilmem ama itaat ederim diyorsan…
Ben bilmem Ağam bilir, ben bilmem paşam bilir, ben bilmem Şeyhim bilir dersen…
İşte o zaman altına yaparsın!
İşte o zaman yandı gülüm keten helva!
Kırk birinci adımı atamadan yere çakılırsın!
Ben anlamam, Merkez bilir dersen…
El atına binip tez inersen…
Siyah inekten de beyaz süt sağıldığını bilmezsen…
Akıl almak yerine, nasihat dinleme ve ders çıkarmayı bilemezsen…
El aklının prangasına mahkum olursun. El kafasının esiri olursun.
***
Adamın biri gitmiş Nasrettin Hoca’ya…
“Yahu hocam. Bizim ev pek dar, sığamıyoruz bir türlü ama büyük eve de paramız yetmiyor, ne yapayım?” diye sormuş.
Hoca bu abuk soru karşısında ne desin, kafasını karıştırmış biraz, düşünür gibi yapmış sonra da “Senin tavukların vardı değil mi?” diye sormuş.
Adam “Var” deyince, “İyi o zaman, şimdi onları da eve al” demiş.
Aradan biraz zaman geçmiş, adam yine gelmiş hocanın karşısına “Hocam ev iyice daraldı, şimdi ne yapayım?” diye sormuş. Hoca da “Senin kazların da vardı, onları da eve al” diye akıl vermiş.
Bir süre sonra adam yine Hoca’nın kapısında. “Olmuyor be hocam, eve hiç sığamıyoruz şimdi” deyince “Merak etme, iki koyunun vardı diye biliyorum, onları da eve sok” demiş.
Adam hoca ne derse yapıyor.
Aradan biraz daha zaman geçmiş. Adam çıkmış Hoca’nın karşısına yine “Sorun bitmiyor Hocam, bana başka akıl” demiş. Hoca da “Sen inekle öküzünü de eve bir sok bakalım” demiş adama.
Üç gün sonra adam yana yakıla Hoca’nın kapısına dayanmış. “Aman Hocam, ne desen olmuyor. Artık evin içinde yürüyemez, yatağımıza yatamaz olduk. Ne oldu senin akıllarına” diye serzenişte bulununca Hoca “Tamam, tamam” diye itelemiş adamı.
“Şimdi bu geceyi de geçir, yarın sabah erkenden tavukları da kazları d, koyunları da inekle öküzü de çıkar evden getir benim eve” demiş.
Adam ertesi gün adam hayvanlarla beraber elinde bir tepsi baklava ile gelmiş Hoca’nın karşısına, “Ey Hocam” diye başlamış: “Sen büyük adamsın, sen ne büyük alimsin, sen büyük bilgesin. Meğer benim evim ne kadar ferahmış da haberim yok. Allah seni başımızdan eksik etmesin.”
***
Kendi aklını kullanabilmek, başkalarının aklından ders çıkarabilmek, deneyimlerden faydalanmak, aklını kiraya vermemek, akıl fukarası olmamak, akıl süzgecinden geçirmek ve en önemlisi de başkasının aklının esiri ve muhtacı olmamak. İşte bütün mesele bu!
Ne demiş Hz. Ali: “Akıl gibi zenginlik, bilgisizlik gibi yoksulluk, iyi huy gibi dost, edep gibi miras, başarı gibi rehber, ilim gibi şeref, danışmak gibi arka olmaz.”
Kuşu yükselten kanat, insanı yükselten kendi aklıdır.
Allah akıl fikir sağlığı versin.
Allah akıl kiracılığına mahkum etmesin.
Amiiiinnnnn...