Toprak; belki önemsediğimiz, belki önemsemediğiniz, belki farkına vardığımız, belki de farkına varmadığımız, ezip geçtiğimiz, hor kullandığımız, kadir kıymetini bilemediğiniz ama gerçekte kutsallığı ve saygınlığını tartışamayacağımız bir dinamizmdir.
Yıllar evvel Çarşamba TEMA Vakfı Temsilciliği’ni yürüttüğüm süreçte kendimize hedef kitle olarak belirlediğimiz orta ve lise öğrencilerimize verdiğimiz seminerlerde ilk şu cümle ile söze başlardım:
“…Gençler 1 cm. kalınlığındaki toprağın kaç yılda oluştuğunu bana söyleyebilecek kim var?”
Soruma yanıtlar havada uçuşurdu: 1 yıl, 10 yıl, 30 yıl, 50, 150, 1000 yıl…
Siz merak ettiyseniz söyleyeyim: 1 cm. kalınlıkta bir toprak 200-400 yılda ortalama 300 yılda oluşuyor. Bilim adamlarının deneyimleri bunu söylüyor. Yani bir mercimek tohumunun içinde çimlenip-büyüyebileceği-yetişebileceği minimum 50 cm. derinliğindeki bir toprak katmanı neredeyse 1500 yılda oluşuyor. Dile kolay! 1500 yıl. Metrelerce derinliğin oluşma süresini varın siz hesap edin.
Kayaların ve kayaçların; iklim, topoğrafya, mikroorganizların etkisiyle belki de binlerce yıllık bir zaman sürecinde evrileşmesi ile meydana gelen toprağı bazı olumsuzluklar nedeniyle bazen birkaç dakika içerisinde bile kaybedebiliyoruz. Erozyon başta olmak üzere, amaç dışı kullanım, kirlilik, yeteneğine uygun olmayan yararlanma ve çoraklaşma toprağın yok olmasındaki en önemli etkileşimlerdir.
Peki, bu önemli ortamın yalnızca kil, silt, mineral, organik vs… bilimsel yapılara haiz bir dinamik yani yaşayan bir yapı olması mı önemlidir sadece? Sadece bu mu? Hayır! Yiyeceğimizi-nimetleri sunan toprağın bir avucumuza sığan kısmında bile binlerce bakteri, mantar, alg, böcek yaşamaktadır. Bizler kadar dünyanın döngüsü boyunca yaşam evrelerini sürdüren gözle göremediğimiz canlılara da ev sahipliği yapar toprak…
Aşık Veysel, “Benim sadik yârim kara topraktır” demiş ama anlıyoruz ki bizlerden milyarlarca kat canlının da sadık yarı kara toprak, insana lütuf sunan toraklar hayvan, bitki ve mikroorganizmaların da ev sahibidir.
İçtiğimiz-kullandığımız suya deposu vazifesi görür, yorgan gibi onu kaplar…
Madenlerin-cevherlerin muhafazakarıdır; hazinelerin kapı kilididir…
Kültür, tarih ve doğanın arşividir; kazınca erişir, erişince şaşırırsınız…
Sofranız gelen yiyeceğin membasıdır; özüdür, nimet kaynağıdır…
Ağacın, ormanın, çiçeğin, güzelliğin, yaşama zevk katan şeylerin kanıdır-canıdır…
Yaşadığımız evin temeli, yuvanın çöreklendiği, dumanın tüttüğü yerdir. Evimizin duvarlarındaki tuğladır, çimentonun özüdür, harca giren suyun ev sahibi, yapıdaki demirin cevher olarak yaşadığı semttir; toprak…
Ve de en önemlisi vatan adıyla özdeşleşmiş, uğrunda binlerce hilalin batabileceği, şehit kanı ile hesabı verilen ulusal ve çok kutsal bir kavramdır; toprak…
Topraklarımız; ekmek için, süt için, et için, sebze-meyve ve ismini sayamayacağımız kadar çok temel ihtiyacımız için birincil üretim faktörüdür. Üretimin ilk ayağını teşkil eden toprak olmazsa üretim de olmaz.
Gübreyi tam atmasan da suyu tam veremesen de en iyi cinsi üretemesen de zirai mücadeleyi tam yapamasan da olur.
Ama toprak olmazsa hiçbiri olmaz!
Değerini bilmediğimiz, bilip de hakkını veremediğimiz toprak; bolluktur.
Nimet yüklüdür, tahmin edemeyeceğiniz kadar zengindir, varlıklıdır…
Eli açıktır, cömerttir, 1 verirsin 20 alırsın.
Hiçbir şey vermesen de gene alırsın.
Bereket kelimesinin, özüdür; toprak…
Hikaye bu ya… Adamın biri ölüm döşeğinde 3 tembel ve haylaz oğluna iki kelime söyleyerek gözlerini kapamış: “Oğullar bizim büyük tarlada çil çil altın var” demiş ve son nefesini vererek ahirete göçmüş. Cenazenin kaldırılmasını takiben üç kardeş elde kazma kürek tarlada kazmadık yer bırakmamışlar. Köstebek tarlasına dönen araziye bakan küçük kardeş, “Altınları bulamadık. Her yeri kazdık bari düzleyip buğday ekelim, tarlayı ziyan etmeyelim” demiş. Ekmişler, zaman geçmiş aylar sonra tarlaya bir bakalım demişler. Büyük abi güneşte sarı sarı parıldayan, ağırlıktan aşağıya eğilen, bolluk bereket saçan başaklara bakarak, “Babam bize oyun oynadı ama güzel oyun oynadı. Çil çil altın dediği buğdaylardı, biz bunu geç anladık ama iyi anladık” diyerek en büyük hazinenin çalışmak ve topraktan üretmede olduğunu söylemiş.
Gerçekten de çalışmak, hele de topraktan üretmenin tadına doyum olmaz.
Zahmetin karşılığını veren, her talebimize hizmet eden, karşılıksız sunan, verdiğinin misli ile cevap veren, adeta bize hizmet için çırpınan toprağa aynı saygıyı, sevgiyi, korumacı zihniyeti göstermemiz farz değil midir?
Ne olursak olalım; ister zengin-ister fakir-ister okumuş-ister okumamış-ister küçük-ister büyük-ister erkek-ister kadın-ister çiftçi-ister memur-ister çocuk-ister yaşlı… Her ne olursak olalım asla ve asla toprağın hakkını ve kutsallığını hiç unutmayalım.
Ne demiş büyük edebiyatçı Orhan Kemal: “İstediğin kadar büyük ol, geldiğin yer toprak, gideceğin yer gene toprak…”
toprak anadır topraktan geldik toprak olacağız