Orta Asya’nın kadim milletlerinden olan Türklere Avrupalı ve Asyalı devletler savaş alanında güç yettiremedikleri için kültürel olarak yaftalamak istemektedirler. Bu yafta Orta Asya coğrafyasında kurulan Türk devletleri ile başlamış ve Anadolu, Afrika, Avrupa topraklarına kadar uzanan diğer Türk devletlerini de içine alarak devam etmiştir. Hatta öyle ki Türklerin İslam ile şereflendiği zamandan itibaren dini bir mücadele içerisinde İslam’ın ve batılın savaşı halini alıştır. Bilinmelidir ki savaşı sadece meydanda kazanmak ile zafer kazanılmış olunmaz. Savaşın dışında ekonomik, siyasi olarak da güçlü olmak gerekir. Fakat burada unutulan bir hususun altını çizmek isterim. O da şudur ki köklü bir kültür ve bilgi birikimine sahip olmak gerekir. Yani kastettiğim sosyo-kültürel güç unsurudur. Toplumları bir arada tutan birlik ve dayanışmasını sağlayan bu güç unsurunu etkin bir şekilde kullanmak gereklidir. Bu güç unsurunu kullanabilmek için toplumun geçmişi ile bağını koparmadan örf ve ananelerini yaşatarak bunları da eğitim vasıtasıyla ve çeşitli vakıflar, dernekler, oluşturulan araştırma kurum ve kuruşları ile ortaya koymaktır. Bizim milletimizin dünya medeniyetine katkılarını yadsıyan karşımızdakilere karşı araştırmalarımızı etkin bir şekilde yürütmemiz gerekmektedir. Biz biliyoruz ki dünyada yapılan bilimsel çalışmalarda Türklerin dünya medeniyetine ne kadar büyük katkıları olmuştur. Bu gün yeryüzü üzerinde var olan tüm medeniyetlere bir etkisi ve katkısı olan Türk medeniyetini Orta Asya ile sınırlandırmamak gerekir. Birçok nedeni bir araya getirdiğimizde Türkler İlk medeniyetlerini kurdukları coğrafyadan dünyanın dört bir tarafına göç ederek birikimlerini götürmüş ve gittiği yerde var olan medeniyetleri etkilemiştir.
Türkler dünya medeniyetine ne katkıda bulundu diyenleriniz olabilir. İşte bu sorunun cevabını iki güzel örnekle sizlere izan edeyim. 1929 yılında Rus arkeologlar Rudenko ve Grnazyon denizden 1600 m yükseklikte büyük Ulagan vadisinde bir kurgan (Türklerin ölülerini eşyaları ile gömdükleri mezarlar) buldular. Tarihe pazırık kurganı olarak geçen bu kurgandan başka 1949’da dört kurgan daha bularak buradan elde ettiği sonuçları yayınlayan Rudenko dünyanın ilgisini bir anda bu bölgeye çekmiştir. Çünkü o dünyanın en eski halısını bulmuştur. Ve günümüzden 2500 yıl öncesine ait olan bu halının Türkler tarafından yapıldığını ileri sürmektedir. Onun bu görüşü o zamana kadar uygarlık tarihi içerisinde Türklerin önemli bir katkısı olmadığı yönündeki kanaati büyük ölçüde değiştirmiş olacaktır. Boyu 200 cm, eni 189 cm, kalınlığı ise 2 mm olan bu halıda 10 cm2’ye düşen düğüm sayısı 36000 olarak açıklanmıştır. Bu günkü teknoloji ile dahi bu denli sık ilmikle halıların dokunması oldukça zordur. Ayrıca halıya hâkim olan kahverengi ve açık yeşil renk bulunduğu zaman ilk günkü canlılığını korumaktadır. Buda bize gösteriyor ki boya konusunda kimya bilgilerinin gelişmiş olduğu ve uzun vadeli kalıcılığının sağlayan yöntemler kullanılmaktadır. Pazırık kurganının çok soğuk bir yerde olması kurgan içerisindeki malzemenin büyük kısmının çok az zarar görerek günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Bu yöntemler nesilden nesile aktarıldığı gibi göç edilen yerlerde de büyük bir özenle kullanılmıştır. Anadolu’nun neresine giderseniz gidin bu dokumaların izine rastlarsınız. Bu yaşanan gelişmede iki sonuca varmak mümkün olacaktır.
1) Pazırıkta dünyanın en eski halısının bulunmasıyla Türkler uygarlık tarihine öncülük etmiş bir topluluk olarak anılmaya başlamışlardır.
2) Pazırık kültürünün 2500 yıldır Türk dünyasının ve Türkiye’nin her tarafında yaşıyor olması kültürün devamlılığı açısından oldukça önemlidir.
Bir diğer örneğimiz de 1970 yılında Almatı’nın 50 km yakınındaki Esik kasabasında yol açma çalışmaları sırasında bir tepe düzlenirken tesadüf eseri olarak çok büyük bir mezar odası bulunmuştur. Firavunların mezar adalarını andıran bu yerde bütün duvarlar süslenmişti. Bu mezarın içerisinde bulunan Lahit’in içerisinde üzerinde altın elbise bulunan mumyalanmış bir erkek cesedi vardır. M.Ö 5. yüzyıla ait bu cesedin ve üzerindeki elbisenin Türklere ait olduğu anlaşıldı. Çünkü mumyanın ayağının hemen dibinde “Tiğin 23’ünde öldü. Esik halkının başı sağ olsun” yazıyordu.
Altın elbiseli adam bulunduktan sonra Türk kültürüne bakışta bir başka boyuta ulaşacaktır. 2500 yıl önce altını eriten, işleyen ve ondan elbise yapabilecek estetiğe sahip olan Türkler hakkında uygarlık tarihine çok fazla katkıları olmamıştır diyenler bu görüşlerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalmışlardır. Bunun ve daha nicesinin var olduğu medeniyetimiz göz açıp kapayıncaya kadar oluşmamıştır. Binler tecrübe ve emeğin ürünü olan bu değerler iyi araştırılmalı ve dünyanın izlenimine iyi bir şekilde sunulmalıdır. Var olduğu medeniyette Türklerin katkısını görmezden gelen had bilmez güruha gerekli cevap kendi öz geçmişimizin ve manevi değerlerimizin içerisinde mevcuttur. Yeter ki azim ve karalılıkla küçükler güngörmüş çınarların fidesi olmaya ahdetmiş olsunlar.
Vesselam…