Tarihte hep adından bahsettiren Musul birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve sonunda Türk-İslam toprağı olarak ihya olmuştur. Türk-İslam toprağı olarak görülmüş ve öyle de görülmeye devam eden Musul özellikle sanayinin gelişimiyle birlikte ortaya çıkan enerji ihtiyacının karşılandığı petrolün bolca bulunduğu bir konuma sahiptir.
Bu özelliğinden dolayı I. Dünya savaşında itilaf devletlerinin kendi aralarında imzaladıkları gizli antlaşmalar ile bölge Fransızlara bırakılmıştı. Fakat daha sonra Osmanlıya imzalattırılan Mondros Ateşkes Antlaşmasının ucu açık olan 7. maddesinden de cesaretle savaş sonrası diğer devletlere de üstünlük kuran İngilizler bölgeye hâkim olmaya çalışmışlardır. Bu mücadele esnasında Musul ve çevresi Ali İhsan Sabis Paşa komutasında idi.
Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası İngilizler bölgedeki Hrıstiyan sivillerin katledildiği bahanesi ileri sürerek bölenin boşaltılmasını istemiştir. Bu ithamları reddederek bölgeyi boşaltmayan Ali İhsan Paşa 7. orduya bağlı Yıldırım Ordularının Şamdan sonra Halep de yenilerek Adana’ya kadar çekilmesinin ardından tüm ikmal bağlantıları da kesintiye uğramıştır. Bu durum üzerine İstanbul ile iletişim kurulmuştur. İstanbul’dan şehri İngilizlere teslim edilmesi hususunda gelen emir üzerine Musul’dan çıkarak Nusaybin’e çekilmiştir. Böylece hiçbir direnişle karşılaşmadan İngilizler Musul ve çevresini işgal etmişlerdir.
1918 Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası Anadolu ve dahi Osmanlı ülkesinin dört bir yanında başlayan kargaşalar ve işgaller süreci içerisinde Musul İngiliz denetiminde kalmıştır. I. Dünya savaşı sonrası barış şartlarının görüşülüp antlaşmaların imzalanması için düzenlenen 1919 Paris Barış Konferansında Osmanlı ile ilgili herhangi bir durumda anlaşma ortaya çıkmamıştır. Bu süreci takiben 1920 yılında Osmanlı ile ölü doğan Sevr Antlaşması San Remo konferansında imzalanmasıyla Musul’un İngilizlere ait olduğu kabul görmüş oluyordu. Her ne kadar son Osmanlı Mebusan meclisinde Felah-ı Vatan grubunun aldığı Misak-ı Milli karaları içerisinde belirlenen sınırlar içine Musul da katılmıştı. Fakat bu kararlar neticesinde İstanbul’un İngilizler tarafından resmen işgali ile başlayan milli mücadelenin silahlı safhası içerisinde 24 Temmuz 1923 de Lozan Antlaşması imzalana kadar Musul İngiliz işgalinde kalmıştır.
Lozan Antlaşmasın da sınırlar görüşülürken gündeme gelen Musul konusu hakkında Türkiye ile İngilizler kendi aralarında bir yıllık süreç içinde bu meseleyi çözüme kavuşturulması kararı çıkmıştır. 1924 yılında iki taraf İstanbul Konferansı ile bu soruna ortak bir çözüm aramışlardır. Bu konferansta Türkiye’nin Musul’dan kesinlikle taviz vermemesi üzerine herhangi bir sonuç çıkmamıştır. Konu İngilizlerin hegomanyasında olan Milletler Cemiyetine götürüldü. Türk tarafının gerekirse halk oylaması yapalım teklifini İngilizler bölge halkının bilinçsiz olduğunu öne sürerek reddetmiştir. Aslında bu tutumun arkasında Türk ve Müslüman nüfusun çoğunlukta olmasından kaynaklanmaktadır.
Lozan sonrası başlayan yeni süreçte Musul hakkında Türkiye lehine bir çözüme varılamamıştır. Türk yönetimi gerekirse Musul için İngilizlere karşı askeri bir operasyonu gündeme getirmişken Doğu Anadolu Bölgesinde İngiliz destekli patlak veren 1925 Şeyh Sait isyanı iç işlerimizde zor bir sürecin kapısını aralamıştı. İngilizlerin sürekli Osmanlı için uyguladıkları iç işlerini karıştır dış meseleye açılamasın politikası bu kez Türkiye için uygulanmıştır. Türkiye içte çıkan ve Rejimi tehdit eden İngiliz destekli isyanla uğraşırken İngilizler Milletler Cemiyetindeki ağırlıklarını da kullanarak 1926 yılında Türkiye’ye imzalattıkları Ankara antlaşması ile ata yurdu Musul ve havalisini İngiliz mandasındaki Irak’a bırakmak durumunda kalmıştır. Misak-ı milliden ne ilk nede son taviz olarak verilen Musul tarihi ve yaşanmışlıkları ile Türk yurdu olduğunu ortaya koymaktadır.
Şüphe yok ki aziz milletimizin cihanşümul yaşantısı harita üstünde var olan sınırları ortadan kaldırıp bir plan dahilinde bizlerden ayırmaya çalıştıkları cümlesi gibi Musul’u da ana parçamız ile ayrılmaz bir bütün kılacaktır. Vesselam…