Farkında olmadan nasıl da geçiyor zaman. İnsan farkına bile varmıyor. İşte farkına varamadan gecen bu zaman bizi özenle hazırlık yapılan ve özlemle beklenen rahmet ayı Ramazan’a çok şükür ulaştırdı. Son yıllarda gecen Ramazan ayları var olan pandemi şartları nedeni ile kültürümüzde var olan örneklerinden biraz uzak ve mahzun geçmiştir. Bizler millet olarak İslamiyet’in emir ve yasaklarını kendi özümüz ile bağdaştırıp harmanlayarak Türk-İslam kültürünü ortaya koyduk. Bu kültür içinde sevinç ve neşe ile karşılanan Ramazan ayı ve bayramı için özel hazırlıkların ve ritüellerin varlığından söz etmek mümkündür. Bu ritüel ve hazırlıklarda insanların sosyal olarak bir birine dokunduğu bu kültürde insanları bireyselliğe iten pandemi ortamından dolayı bir burukluk söz konusu olmuştur. İnşallah bu Ramazan dikkati elden bırakmadan özlem duyduğumuz “nerde o eski Ramazanlar” demeden onları yaşayacağımız güzel günler içerisinde geçmesi duasındayım.
Ramazan nedir?
Hz. Ömer döneminde hazırlanan ve ibadetlerimizin vaktini zamanını belirlemede esas aldığımız Hicri Takvim’in dokuzuncu ayı olarak Recep ve Şaban’dan sonra gelen aydır. Bu ay içerisinde Kur’an-ı Kerim’in inmeye başlamış olması ve senesine göre yirmi dokuz veya otuz gün boyunca İslam’ın beş temel şartından olan Oruç tutmanın farz kılındığı aydır. Ay yılı esaslı olan Hicri Takvim şimdilerde yürürlükte olmadığından resmiyette kullanılan Güneş yılı esaslı olan Miladi takvime göre düzenlenirken on günlük bir fark ortaya çıkar. İşte bu fark her yıl bir önceki yıla göre on gün önce oruca başlanma sebebidir. Hicretin ikinci yılı olan 624 yılında Ramazan diğer ilahi dinlerden farklı olarak Allahın Müslümanlara emri olarak farz kılınmıştır.
Oruç ayı olan Ramazan’ın gelişi İslam ülkelerinde coşkuyla karşılanmış olsa da bizim oluşturduğumuz Türk-İslam kültüründe daha başka heyecan ve tutku ortaya çıkarmaktadır. Değişen zaman ve gelişen insanlık tarihinde hiçbir şey aynı kalmadığı gibi Ramazan ayına özgü birçok güzellikte hep büyüklerden duyulan “ah bizim zamanımızda böylemiydi” sözünü belli bir kemale gelince bizlerinde söyleyeceğinden korkmaktayım. Zaman ilerlese de insanlar zamanın içinde kendilerine kendi kültürünü yaşatarak sahip çıkarak yer bulması yine kendi menfaatine uygun olacaktır. Bu yıl Ramazan kültürümüzde olan; diş kirası, tekne orucu, gölge oyunu (Hacivat-Karagöz), meddah, orta oyunu, mahyalar ve daha nicesini yaşatmalıyız.
Türk-İslam Kültüründe Ramazan
Ramazan hazırlıkları Recep ve Şaban aylarından başlardı. Önce evler güzelce temizlenir, eve gelecek misafirler için veya yolu düşer de iftar soframıza konuk olur sonrasında ise yatıya misafir kalır yolcular için misafir odaları hazırlanırdı. Bu hazırlıklarda mevsimine ve bulunduğu yöreye göre uzun sürecek olan Ramazanlık gıdalar önceden hazırlanmaktadır. Bunlar hazırlanır iken genelde imece usulü yapılır durumu olmayan komşular görüp gözetilirdi. Ramazana az bir süre kala bu aya özel çarşı-pazar alışverişleri yapılırdı. Bu alışverişlerde yine yakın akrabalar ve komşular gözetilirdi. İhtiyacı olanların ihtiyaçları giderilirdi. Birlik ve beraberliğin Ramazanın manevi havası etrafında daha da kuvvetlendiğini görmek mümkündür. Evlere iftara misafirler davet edilir iftar yapıldıktan sonra kırmayıp davete icabet ettikleri için teşekkür mahiyetinde “diş kirası” denilen hediyeler verilirdi. Ayrıca gece sahurunu da yapabilmesi için küçük bir çıkın ( yemek çantası ) hazırlanılarak verilmektedir. İftar vaktinde bir yolcu gelir kapıyı çalmaya çekinir düşüncesi ile evin kapısı açık bırakılırdı. İftar sofrasına gelene sen kimsin, necisin diye sorulmadan en güzel yiyeceklerden ikram edilir iftarını yapması sağlanırdı. İftardan sonra Ramazan ayına özgü olan “Teravih Namazını” kılmak için camilere gidilirdi. Büyük bir huşu içinde kılınan namaz sonrası köyün Kıraathanelerinde veya meydanda toplanan ahali “gölge oyunu” izler ya da “meddah” seyirlik oyunları ile neşelenirdi. Ramazan ayının bir diğer habercisi olarak minareler arasına asılan “Mahyalar” gecenin aydınlatıldığı ulvi ışıklardandı. Küçük çocuklar bu koşturmaca içerisinde hiçbir zaman ihmal edilmemişlerdir. Ramazan ayının feyz ve bereketinden onlar da faydalansınlar diye sahura kaldırılarak “Tekne orucu” (Sahura kaldırılan çocuk öğlen vaktinde yemeğini yer ve iftara kadar daha bir şey yemezdi. Bu şekilde tutulan çocuk orucuna verilen isimdir.) tutarak Ramazana küçük yaşta ısındırılmaları sağlanmıştır. Ayrıca tam manası ile oruç tutan çocuklar hediyeler ile ödüllendirilir ve en sevdikleri yemekler iftara pişirilirdi. Tüm eğlencelerin içinde var olan çocuklar şekerlerini ve harçlıklarını alabilmek için bayramın gelmesini iple çekmektedirler.
ZİMEM DEFTERİ
Ramazan ayının en güzel birlik örneği olarak durumu iyi olan kimseler bakkallarda bulunan veresiye defterlerinden tanımadıkları kişilerin borçlarını öderlerdir. Bazı kişiler ise bu defteri tamamen satın alırdı. Bunan “zimem defteri” denir. Bu uygulamada asıl olan ne borcu ödenen borcunu ödeyeni nede ödeyen kimin borcunu ödediğini bilirdi. Toplumda karşılaştıklarında hiç kimse bir birine karşı bir mahcubiyet ya da büyüklük duyguları içine girmediğinden ibadetin sevabı zedelenmemiş olurdu.
Ramazan ayının güzelliklerini saymakla ve yaşamakla bitirmek mümkün değildir. Ama bahse mecbur olduğumuz iftar vaktini bildiren Ramazan topları, iftar vaktine yakın kuyruğuna girdiğimiz ve ezanla beraber ancak sofraya yetiştirebildiğimiz bu aya özgü pideler, sahura binbir mana taşıyan güzelim maniler eşliğinde çalınan davul sesiyle uyanmak bunlardan sadece ilk akla gelenleridir. Ayrıca bu ayda oruç tutanlara hürmeten açıktan açığa restoran tarzı yerlerin faaliyetlerine de bazı kısıtlamalar getirilmektedir. Bu hususta gayrimüslim tebaa veya oruç tutamayan Müslüman kişiler yeme içme faaliyetlerini oruç tutanlara saygıdan dolayı gizliden gizliye yapmaktadırlar.
Toplum olarak dini ve kültürel hassasiyetlerimize özen gösterdiğimiz zaman birlik ve beraberliğimizi daim kılacağımızı unutmamalıyız. İşte bu birlik ve beraberliğin doruklarda yaşandığı bu güzel ayda, elimizde olan cümle güzellikleri gerçekleştirmek ümit ve duası ile Ramazan-ı şerifinizi tebrik ederim.