Türkler çeşitli coğrafyalarda devletler kurarak hükümran olmuşlardır. İlk vatan olarak bildikleri Orta Asya Türk coğrafyasını birçok nedenden ötürü terk etmek zorunda kalmışlardır. Dünyanın dört bir tarafına dağılan Türkler özellikle kendilerine cihan hâkimiyeti mefkûresini benimseyerek güneşin battığı ve doğduğu toprakları eşitliği ve adaleti sağlamak adına yönetmek istemişlerdir. Bu düstur üzerine Türklerin yolu Anadolu'dan geçecektir. Tarihlerin bize söylediği gibi 1071'de Türkler ilk kez Anadolu'ya gelmişlerdir. İlk Türk topluluğu olan İskitler zamanında Anadolu'ya Türkler gelmiştir. Bir kısım Türk toplulukları Anadolu'ya yerleşmiş olmalarına rağmen sayıları az olduğundan Anadolu'daki yerli topluluklar arasında asimile olarak varlıklarını devam ettirememiştir. Ki yine 1071 öncesi Orta Asya’da Çin baskısı sonrasında dağılan Asya Hun Devleti’nden olan bir kısım topluluklar kitleler halinde gerçekleştirdikleri ve Avrupa'nın yapısını yeniden dizayn eden Kavimler Göçü ile Anadolu'da bu göçü gerçekleştiren topluluklardan bir kısmı tarafından yurt olarak seçilmiştir. Fakat İskit Türkleri ile aynı kaderi paylaştıkları görülmektedir. Yani yeni göç dalgalarının gerçekleşmemesi üzerine yerli topluluklardan etkilenip asimile olmuşlar ve özlerini koruyamamışlardır.
Anadolu'daki ilk kez sistemli bir yerleşme ve yeni göç dalgaları ile desteklenerek Türk yurdu olmasındaki ilk adım olarak 1071 Malazgirt gösterilmektedir. Malazgirt'in habercisi olarak 1048 Pasinler ve 1064 yılında Kars’ın Anı Kalesi'nin fethi söylenebilir. Aslında biraz daha da eskiye gitmemizde fayda vardır. Büyük Selçuklu Türklerinin yurt arayışı içerisinde 1016-1024 yılları arasında yapılan keşif seferleri ile Anadolu’nun yurt olarak uygun olduğu görülmüştür. Anadolu’nun yurt edilme süreci 1016’da başlamış yapılan yeni seferler ile Anadolu’da etkin güç olan Bizans'ın etkisi kırılmaya çalışılmıştır. Büyük Selçuklu sultanı Alparslan ile Bizans İmparatoru Romen Diyojen arasında Anadolu'nun kapılarını Türklere açan 1071 yılındaki Muş'un Malazgirt Ovası'nda gerçekleşen savaşın kazananı Büyük Selçuklu olmuştur. Yaşanan savaşta Bizans İmparatoru Romen Diyojen'in esir düşmesi ile Sultan Alparslan arasında imzalanan anlaşma ile Bizans-Selçuklu sınırı çizilmiştir. Fakat fidye karşılığı serbest kalan İmparator İstanbul'a döndüğünde muhalifleri tarafından hain ilan edilip gözlerine mil çekerek (kızgın demirle dağlanması) zindanda ölüme terk edilmiştir. Sultan Alparslan anlaşmayı bozan ve hükümdarına böyle bir şeyi reva gören Bizans'a karşı beylerine “gidip Anadolu'da fetihler yapın fethettiğiniz yer bana bağlı kalmak şartıyla sizin himayenizde olacaktır” demiştir. Ve böylece Selçuklu beyleri Anadolu'yu bir yandan fethetmeye başlamışken öbür yandan da fethedilen topraklarda ihya ve imar faaliyetlerine de hız vermişlerdir. Yapılan fetihleri hızlandıran en büyük etken Türk-İslam kültürünün yaşatma konusundaki hoşgörü düşüncesidir. Ayrıca Anadolu’daki var olan hoşgörüsüz yönetiminin de payı yadsınamaz. Anadolu’nun fethinde öncelik gönüllerin fethi olmuştur. Doğu, Güney ve orta Anadolu 1071 Malazgirt sonrası hızla fethedilmiştir. Fethedilen topraklarda yapılan imar faaliyetleri ile Anadolu'nun geçici değil kalıcı bir yurt olması ve Türkleşmesi için yeni göçlerle desteklenip Gaza ve Cihat anlayışı üzerine yeni yerler fethetme arzusunda olmuşlardır. Ayrıca İslam dünyasına yönelen Haçlı Seferleri'nin karşısına bir kale olarak İslam'ın koruyucusu ve yaşatılması için verilen mücadele de Anadolu’da gerçekleşmiştir. Anadolu sanıldığının aksine kısa sürede fethedilip Türk-İslam toprağı olmamıştır. Uzun ve meşakkatli bir sürecin ardından yurt olan Anadolu 1071'de Türk-İslam devletlerinin bir tohum olarak ektikleri ve şimdilerde kökleri tüm Anadolu'yu tutarken gölgesinde tüm Cihan'ın yaşadığı koca bir çınar olmuştur.
Anadolu geçen yıllar içerisinde jeopolitik ve stratejik konumu ile gerekse de yeraltı ve yerüstü kaynaklarından dolayı tüm milletlerin ilgi odağı olmuştur. Üzerinde yaşadığımız dünyada adaleti ve hoşgörüsü ile bizden olmayanları bile ihya ettiğimiz, varlıklarının devamına vesile olduğumuz onca millet fırsatını bulsalar bizim varlığımıza son vermekte bir an tereddüt etmezler. Çünkü yaşanılan bu dünyada bizler hak dinin koruyucusuyuz. Her zaman dediğim gibi hak ile batılın mücadelesinde adaletle varlıklarını koruduğumuz onca millet bizim karşımızda olmuşlardır. Tarih bunun en kat-i surette şahididir. Anadolu 1071 den bu yana asırlardır İslam’ın ve adaletin son kalesi olmuştur. Dünyanın şekillendiği siyasetin döndüğü bir coğrafya olması 1071 den önce de sonrada Anadolu’yu vazgeçilmez kılmaktadır. Bunca düşmanın gözünün olduğu bu topraklar dünyaya hükmetmenin ve yeniden cihanşümul devlet olmanın olmazsa olmazıdır. Varlığımızın devamı ve yenidünya düzeninde söz sahibi olmamızın en büyük etmeni olan 1071’de vatanımız dediğimiz ve binler bedel ödenen bu toprakların korunması aynı hızda tekrardan ihya edilerek adalet ve hoşgörü kültürünün tesis edilmesi ile olacaktır. Adalet ve hoşgörünün tesisinde tek galip olan Allah’ın dininin yaşatılması ve inancın gereği samimiyetin ortaya koyularak vatanımıza sahip çıkılması gerekir. Rabbim asırlar evvel mümbit toprakları bizlere vatan kılan ecdadımızın ruhlarını şat makamları cennet ve bizleri onlara layık torunlar kılsın inşallah.
Vesselam…