Bazen yaşadığınız döneme fazla gelirsiniz. İdealleriniz, kurduğunuz hayaller ve bu doğrultuda aldığınız yol anlaşılamaz yada anlaşılmak istenmez. İşte bu doğrultuda hayatını hayalleri uğruna tüm engellere rağmen yaşamaya çalışmış bir kişiliktir Vecihi Hürkuş.
Vecihi 6 Ocak 1896 yılında İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Osmanlının 19. yüzyılın son dönemleri ve 20. yüzyılın ilk zamanlarında dünyanın içinde bulunduğu çalkantılı dönemde çocukluk yıllarını geçirmiştir. İstanbul'da doğmuş olması ve ilk eğitimini bu kentte almış olması Vecihi'nin kendini geliştirmesi ve hayalleri üzerinde önemli bir etkisi vardır. Çünkü İstanbul Osmanlı devletinin başkenti olması sebebiyle dünyadaki tüm imkânların ilk olarak elde edildiği yer olmasıdır. Vecihi bu imkânların kullanılması ve değerlendirilmesinde de ilk sırada yer alacaktır. II. Meşrutiyet sürecinde başlayan Trablusgarp savaşı ve Balkan savaşlarının ardından dünyayı saran I. Dünya Savaşı çıkınca silâhaltına alınan gençlerden biri de Vecihi olmuştur. Katıldığı bu savaşta yaralanınca İstanbul'a dönmüştür. İstanbul'da bulunan Yeşilköy'deki Tayyare (uçak) mektebine girerek pilot olarak mezun oldu. Pilotluk belgesini alınca 7. Tayyare Bölüğünde Ruslara karşı başarılı bir şekilde bombardıman ve keşif uçuşları yaptı. Bu görevde iken başarılı bir şekilde bir Rus uçağını indirmiştir. Vecihi böylece ilk uçak düşüren Türk pilot olmuştur. Daha sonra bu mücadeleler esnasında kısa bir süre Ruslara esir düşmüş olsa da kaçıp İran üzerinden 1918 de İstanbul'a dönmeyi başarmıştır. İstanbul'a döndüğünde Yeşilköy'de bulunan 9. Harp Tayyare (savaş uçağı) Bölüğüne katılmıştır. Bu bölükte görevli iken ilk tasarımı olan av uçağını tasarlamaya başlamıştır. Fakat 1918 de Ateşkes ilan edilince bu tasarımı yarım kalmıştır. Milli mücadeleye de katılan ilk ve son savaş uçağı pilotumuz olan Vecihi özellikle İnönü ve Sakarya muharebelerinde yaptığı keşif uçuşları ile çok faydalı olmuştur. Sadece kesif uçuşları yapmakla kalmamış birçok Yunan uçağını da düşürmüştür. Milli mücadelede sırasında göstermiş olduğu bu üstün başarılarından dolayı TBMM tarafından kırmızı şeritli İstiklal Madalyası verilmiştir. Ayrıca meclis tarafından üç kez takdirname alan tek kişidir.
Asıl Vecihi'nin hayatında dönüm noktası olan olay şöyle gerçekleşir. Milli mücadele sonrası kendisi İzmir'de yeni pilotların eğitim işleri ile ilgilenir iken Edirne'ye yanlışlıkla inen bir yolcu uçağı konusunda yardımına ihtiyaç duyulur. Bu görevde göstermiş olduğu özveriden dolayı uçağa Vecihi ismi verilir. Uçağa kendi adının verilmesinden etkilenen Vecihi daha önceden başladığı uçak tasarımlarına daha da bir şevkle sarılacaktır. Savaşta düşürülen ve ganimet olarak ele geçen Yunan savaş uçaklarının motor ve parçalarından faydalanarak ilk Türk uçağını 1925 yılında imal etmiştir. Bin bir emek gece gündüz verdiği mücadele sonrası oluşturduğu "VECİHİ K-VI" adını verdiği uçak ile takdir görmek bir tarafa dursun cezalandırılacaktır. Ceza alma nedeni ise insanda acı bir tebessüm bırakmaktadır. O dönemde havacılık ile ilgili yetkili bir merci yoktur. Dolayısı ile bir yerden izin almadan izinsiz uçtuğu gerekçesi ile cezalandırılmıştır.
Bu olay Vecihi'yi yolundan tabikide yolundan çevirmeyecektir. 1930 yılında askeriyeden ayrılarak kiraladığı bir depoda üç ay gibi kısa bir süre içinde ikinci uçağı olan "VECİHİ XIV" yapmıştır. İlk deneme uçuşunu İstanbul'da yaptıktan sonra İstanbul Yeşilköy'den Ankara'ya uçuş gerekleştirmiştir. Uçabilirlik sertifikası için İktisat Bakanlığına başvuru yapmış fakat uçağı değerlendirecek teknik yeterlilikte eleman olmadığı gerekçesi ile bu isteği reddedilmiştir. Uçağı söküp özel olarak kiraladığı vagonlara yükleyerek Çekoslovakya'ya doğru yola çıkmıştır. Kendisi uçaktan önce Prag şehrine vararak uçağa ait teknik rapor ve resmi evrakları çek diline çevirmiştir. Uçağın gelmesi ile parçaları birleştirip teknik inceleme ardından deneme uçuşları da yapılmıştır. Türkiye'de alamadığı uçuş müsaadesini Çekoslovakyalı yetkililer tarafından düzenlenen bir tören ile verilmiştir. Burada Vecihi'yi "Yaşasın Türk Tayyareciliği" yazılı bir pankart ile de gururlandırmışlardır. Vecihi dönüşünü Çekoslovakya ile Türkiye arasını 1931 yılında uçarak yapmıştır. Yurda dönüşünde Türk Tayyare Cemiyeti yararına iki kez Türkiye turu uçuşunu gerçekleştirmiştir. Bütün bu girişimlerin ardından iyi ses getiren Vecihi bey 1932 yılında ilk Sivil Havacılık Okulunu açacaktır. Okulda ilk Türk kadın pilotu olan Bedriye GÖKMEN ile birlikte oniki pilot yetiştirmiştir. Bu uçağın yanında aynı depoda ilk eğitim ve spor uçağı olan "VECİHİ XV" ile 160 beygirlik Mercedes motorlu deniz uçağı olan "VECİHİ SK-X" de üretilmiştir. Nuri DEMİRAĞ beyin de bir miktar destekleri karşısında 1933 yılında yaptığı kabin uçağı olan "VECİHİ XVI" adına NURİ BEY adı verilmiştir. Bütün bu başarılarını elde ederken birçok kurum ve kuruluş da ona destek olmaya çalışmıştır. 1937 yılında Türk Hava Kurumu mühendislik eğitimi alması için Vecihi beyi Almanya'daki bir mühendislik okuluna göndermiştir. İki yıl sonra eğitimini tamamlayarak ülkesine dönen Vecihi'ye iki yılda mühendislik tamamlanmaz gerekçesi ile mühendislik ruhsatı verilmemiştir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen hayallerine küsmeyen Vecihi 1954 yılında ilk sivil havayolu şirketi olan Hürkuş Hava Yollarını kurmuştur. Burada da şer odaklı kişilerin sabotajları, yaşanan kazalar gibi bir çok durum öne sürülerek şirket uçuştan men edilmiştir.
Bütün emeklere ve gayretine rağmen devrin ileri gelenleri tarafından yeterince destek görememiş, kendi karanlık duvarlarını aşamayan kimseler tarafından yaptığı her güzel atılımda aşağıya çekilmiştir. Bütün bunlara rağmen hayallerinden vazgeçmeden, yılmadan mücadele eden Vecihi HÜRKUŞ 1969 yılında Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesinde hayatını kaybetmiştir. Aslında verdiği mücadele devrine ışık tutamamış olsa da her büyük insan gibi devrinin ötesini aydınlatmayı başarmıştır. Yaptığı birikim ve hayat hikâyesi yeni ve yeniden başlamak isteyenlere ilham olmaktadır. Onun bıraktığı yerden hatıratını yaşatan şimdilerde onlarca belki de yüzlerce Vecihi vardır. İsminin Milli ve yerli imkânlar ile üretilmiş olan gökyüzünün süsü uçaklarımızda yaşatılması bizlerin onu anlama ve mirasına sahip çıkma düşüncesinde epeyce yol kat ettiğimizi göstermektedir. Geçte olsa onu anlamış olmak bizim mutluluğumuz iken devrinde kıymet verip anlayamamak da bizim ayıbımızdır.