ÜLKEMİZDE yaşananlar bir başka ülkede yaşansa orada hayat durur!
Halk, meslek grupları, sendikalar sokağa dökülür.
İstediğini elde edene kadar da kimse sokaklardan çekilmez.
Bu demek değildir ki halkımız da sokaklarda olsun.
Düzeni bozacak eylemlere imza atılsın.
Ülkede huzursuzluk olsun.
Ayrışmalar hızlansın.
Kardeş kardeşe düşman olsun.
Siyaset uzlaşma yeri değil kavga sanatının icra edildiği bir sahne olsun.
Elbette bunların hiçbirini istemiyoruz.
Her şey masada kuralına, hukuka göre tanzim edilsin.
Tüm sorunlar uzlaşma yoluyla çözülsün.
Yukarıda saydığım şıklar bir şekilde icra edilebilir.
Ama bizim halkımızın böyle bir kültürü yok.
Daha doğrusu böyle bir kültür kalmadı.
Teline bastığın zaman herkes ciyak ciyak!
Ama hadi gel bunun hesabını soralım dediğinde, kimse oralı değil!
Hesap nasıl sorulur?
Halk kendisine yapıldığını düşündüğü haksızlıkların biletini nasıl keser?
Bir hukuk ve demokrasi ülkesi olan Türkiye’de, seçimle elbette.
Peki, son yılların en ağır ekonomik krizinin yaşandığı bu ülkede hesap sorma düşüncesinde olan var mı?
Ya da sorduğunda inim inim inleyen halk kesitleri, yaşamaya maruz bırakıldığı durum karşısında siyaset sahnesinin tablosunu değiştirebiliyor mu?
Ya da değiştirmek istiyor mu?
Görünen ve yaşanan o ki;
Hayır!
Hayat ne kadar pahalanırsa pahalansın.
Enflasyon ne kadar azarsa azsın.
Vatandaşın boğazındaki ilmikler ne kadar sıkılırsa sıkılsın.
Hepsi absürtü,
Vatandaş neyi, niçin yaşadığını ne kadar bilirse bilsin:
Ne fark ediyor?
Ne değişiyor?
Yaşam kalitesi hiç değişmediği hatta her gün daha da gerileyen halk bunu değiştirmeyenleri değiştirmeyi düşünüyor mu?
Yani, yaşadıklarını kader belleyen halk için;
Hiçbir şey fark etmiyor!