Türkiye'nin basın tarihinde unutulmayan, kara bir gün olarak kayıtlara geçen çok sayıda cinayet vardır.
Benim gazetecilik yıllarıma da denk geldiği için unutamadığım Uğur Mumcu cinayeti başta olmak üzere, 1992 yılında Cizre'de Nevruz olaylarını izlerken elinde beyaz bayrak taşıdığı halde, kafasından vurularak öldürülen Sabah muhabiri İzzet Kezer de o karanlık tarihin sayfalarında yerini almıştır. Hatta Kezer'in dosyası tozlu raflara kaldırılmış, katili bile bulunamamıştır.
Daha sayısız gazeteci cinayetine tanık olmuştur bu ülke insanları…
Sabahattin Ali'den, Abdi İpekçi'ye, Ahmet Taner Kışlalı'dan Musa Anter'e, Ümit Kaftancığlu'ndan Çetin Emeç'e, Hrant Dink'ten son olarak yine bir cinayete kurban giden Ses Kocaeli Gazetesi'nden Güngör Arslan'a kadar.
Bizde gazetecilik batıda olduğundan başka türlü yapılır. Haberi yapan değil sunan ünlü olur, muhabire değil köşe yazarına kıymet verilir. İşte haber peşindeyken öldürülen bu muhabirlerden birisi de Metin Göktepe'dir.
Metin Göktepe cinayetinin yaşandığı yıllarda Ankara'da Ulusal Basın Ajansı'nda görev yapan daha yeni yetme bir muhabirdim.
Metin Göktepe, İstanbul Eyüp'te 8 Ocak 1996 günü takip ettiği haber sırasında polislerce gözaltına alındıktan sonra, götürüldüğü kapalı spor salonu yakınında ölü bulunmuştu.
Devlet yetkilileri çelişkili açıklamalar yaparak cinayeti gizlemeye çalıştılar. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, Metin Göktepe’nin gözaltına alınmadığını; Eyüp Cumhuriyet Savcısı Erol Canözkan gözaltına alındığını ancak sonra çay bahçesinde otururken fenalaşarak sandalyeden düştüğünü; İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan ise spor salonunun duvarından düşerek öldüğünü iddia etti.
Bir süre gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılanlar ise, ısrarla Metin'in gözaltında polis tarafından öldürüldüğünü ve cesedinin gözaltında tutulan diğer kişilerin yanından alınarak götürüldüğünü söylüyorlardı.
Genç gazeteciler ve basın meslek örgütleri olarak cinayetin peşini bırakmadık. Ankara'da gazeteci örgütlerinin düzenlediği her eylemde, "İnadına hepimiz birer Metin'iz" sloganları attığımız günleri dün gibi hatırlıyorum.
Göktepe ailesinin, gazetecilerin, avukatların ve Metin'in gazetesi Evrensel'in ısrarlı çabalarıyla İçişleri Bakanlığı soruşturma başlatmak zorunda kaldı ve Metin'i öldüren polisler yargı önüne çıkartıldı.
İstanbul’dan Aydın'a, son olarak da Afyon'a alınan duruşmaları gazeteci olarak ben de takip etmiş, o dönem çalıştığım ajansa haberlerini geçmiştim.
Sonuçta ne mi oldu?
Afyon'a taşınan Göktepe Davası, 28 Eylül 2000'de beş polis memuruna "kastı aşan insan öldürmek" ve "faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek" suçlarından verilen yedişer yıl altışar ay hapis cezasının onanmasıyla bitti. Bir polis memuru ise Yargıtay'ın kararı bozmasından sonra 20 ay hapis ve beş ay kamu hizmetlerden uzaklaştırma cezası aldı.
Mahkum polislerin cezalarının tamamlamalarına, 19 Aralık 2000'de yürürlüğe giren ve kamuoyunda 'Rahşan Affı' olarak bilinen Şartlı Tahliye ve Ceza Erteleme Yasası engel oldu. 1.5 yıl hapis yattıktan sonra hepsi serbest kaldılar.
Bugün işkenceyle öldürüldüğü ortaya çıkan Metin Göktepe'nin 27'nci ölüm yıldönümü. Yaklaşık beş sene süren bir yargılama süreci, sonunda Göktepe ailesi ve adalet isteyen kitleleri tatmin etmese de katiller cezalandırılmıştı.
Bu az bir şey değildi. Göktepe davası böyle takip edilmese binlerce faili meçhul cinayetten biri olarak kalacaktı.
Bugün elbette ülkemizde gazeteciler sokaklarda, emniyetlerde öldürülmüyor. Ama TGS’den verilen bilgiye göre şu anda 34 gazeteci cezaevinde ve 2021’de 250 gazeteci hakkında 130 dava açılmış bulunuyor.
Elbette Metin Göktepe gerçeğin peşinde koşarken hayatını kaybeden bir gazeteci olarak, hepimiz için sembol olmaya devam ediyor. Basın ve halkın haber alma mücadelesi sürdükçe onu anmaya devam edeceğiz.