Hicran, keder, acı, hasret bizim için önemli duygulardır.
Şairlerden hangisi hasreti, özlemi, acıyı, gurbeti en ince ayrıntısına kadar yaşamamıştır.
Aşk ağlatır, dert söyletir derler.
Âşık maşukundan karşılık görmediği için veya araya pek çok engel girdiği için âşık olur.
Kavuşamadıkça mahbubuna içindeki ateş büyür, yangın artar. Ağlar, yazar, söyler. Âşığı besleyen dertleridir.
Destanlaşan aşklar normal aşklar değildir elbet.
Sıra dışı bir hayat yaşamayıp da tarihe geçen birini gördünüz mü?
Filmlerin konusu, destanların kaynağı hep acı değil midir?
Bazen istediklerimizin gerçekleşmesi durumunda sevinmekten çok, isteklerimizin gerçekleşmemesine üzülürüz.
Özlemek için sevmişiz birçoğumuz, kavuşmak ne haddimize!
Kavuşursak biter. Korkarız vuslattan bu yüzden. Uzaktan hoş gelenlerin yakınlaşınca esrarını yitireceğinden korkarız. İnsanlar tüm isteklerine kavuştukları zaman mutlu olamazlar.
Bu yüzden gurbet, sılaya; hasret, vuslata galip gelir. Baharda kışı, kışın da baharı özler insan. Kavuşmak şart mı?
Boş ver, bazı şeyler yokken güzel. Uzaklaştıklarımız bize daha yabancı, daha esrarengiz gelir. Yakınlaştıkça bu büyü, bu esrar biter. Bu yüzden kışın baharı, baharda da kışı özler dururuz. Âşığa kavuşmak bir nevi ölümdür. Zira suya âşık ateşler suda son bulurlar.
Herhangi bir şeyin sonunun gelmesi kötü aslında. Korkutucu. Bir şeyi çok bekliyorsunuz. Kavuşuyorsunuz...
Bu muymuş, diyorsunuz. Bunca çile bunun için miymiş? Fuzuli de şöyle nakletmiş bu konuda: “Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib kılma derman kim helakim zehri dermanındadır.”
Sevdiklerinize kavuşunca eğer kavuşmasaydık da hayalimizdeki, yâdımızdaki, rüyalarımızdaki şekliyle kalsaydı diyorsanız eğer, kavuşunca hayallerdekinin değerini bulamıyorsanız eğer o zaman ezcümle şu sonuca varırız: Vuslatın hasretten ağır geliyor. Saygılarımla...