SİYASET birçoğumuzun anlayamadığı ve içinde yaşananları kaldıramayacağı bir şey.
Olduğu gibi görünememek.
Göründüğü gibi olamamak.
Düşündüğünü söyleyememek.
Düşünmediklerinin zorunlu olarak söylemek.
Farklı bir yaşam modeline mahkûm olmak.
Görünümüyle ve biçimiyle asli yaşam biçimine ters düşmek.
Hepsi ne için?
Ceylan derili koltuk için.
Değer mi?
Değer ki kanlarını sulandırıp bu yolda inanamadığı her şeye razı geliyorlar kimileri…
Geçmişi bu kentte olanların çoğunu tanıyorum.
Biliyorum ki sizde…
Nasıl yaşarlardı.
Kiminle yaşarlardı?
Sosyal dünyaları ne ile doluydu?
Nasıl eğlenir,
Nasıl gezerlerdi?
Biliyor muyuz?
Biliyoruz.
Yadırgıyor muyuz?
Elbette.
Ama onlar hiçbir şey olmamış, sanki geçmişten geleceğe bu hayat biçiminin içerisindeymişler gibi uyum sağlamış görünüyorlar.
Yeter ki ceylan derili koltuk altlarından gitmesin.
Yeter ki girip çıktıkları yerlerde unvanları eksilmesin.
Oysa özgür kimliğinle özgürce yaşamanın…
Haysiyetli bir maziye sahip çıkmanın…
Ve karşılığında ne teklif edilirse edilsin yolundan,
Kişiliğinden,
Kimliğinden vazgeçmemiş olmanın erdemini yaşamak az şey midir?
Geri döndüklerinde kırıp, döktükleri üzüp, uzaklaştırdıkları toplum katmanından dışlanacak olacaklardan bihaber,
Ya da umursamazca yetkinin, makamın sarhoşluğunda olanlar kaybolup gideceklerinden,
Olası itibar kaybına uğrayacak olmanın karşısında durarak geldikleri yeri değil,
Gücün cazip gelen pençesinde kıvranıp duruyorlar.
Kendi bayraklarını sallayamadan…
Özlerini temsil edemeden…
Ama günler geçer.
Devir biter.
Makam, mevki elden gider.
O zaman sallanacak bayrak ta kalmaz,
Girecek, sığınılacak bir gönül de…
Tabii anlayana!