SİYASETTE spontane (kendiliğinden) gelişen olaylar halkın gündemini oluşturuyor.
Dün seçtiğine bugün dudak büküyor bir kısım seçmen...
Niye?
Dün güldüğü gibi gülemiyormuş!
Çevresi doğal olarak çok genişlediği için herkes etrafında toplanıyormuş!
Falan filan!
Peki, ne istiyor aslında seçmen?
Seçilmesinde kendisinin de büyük payı olduğuna inandığı seçilmişe, canının her istediği an ulaşmayı istiyor mesela…
‘Şak’ deyince telefonla konuşacak!
‘Şuk’ deyince, makamında çay höpürdetecek!
Ama adamın işi varmış.
Toplum hizmet beklermiş o, ne mesele!
Mesela, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun son Karadeniz gezisinde öne çıkartılmaya çalışılan fotoğraf karesi…
Neymiş, bugüne kadar ona, partisine atan tutan gazeteciler o geziye davetliymiş!
Eee, düne kadar iktidarın başındaki Cumhurbaşkanını gezilerinde kendisini desteklemeyen medya kuruluşlarının yazarlarını, yöneticilerini, muhabirlerini davet etmiyor diye, eleştiren kimdi?
Şimdi ne değişti de kendisine en ağır muhalifleri yanında götüren başkan, tu kaka oldu?
Peki, niye aslında o muhalif gazetecilerin tükürdüklerini yaladıklarını düşünmezsiniz?
Peki, niye o muhalif gazetecilerin, ‘Senin ne işin vardı o gezide’ diye hesaba çekileceğini aklınıza gelmez?
Vallaha bende olsam aynısını yapardım.
Kim bana en muhalif…
Kim bana en çok düşmanlık yapan…
Yanımda taşır, bana gösterilen ilgi ve itibarı ona yaşatarak ezerdim.
Seçimden önce yarattığımız kahramanları, kendi kalıbımıza sokamadığımızda yanlış ve eksik ilan etmek bir moda bizde.
Yahu, senin gibi düşünen zaten seni destekliyor.
Önemli olan senin gibi düşünmeyenle aynı yolda yürüyebilmek.
Seçtiğinin gülüşünün, yürüyüşünün değiştiğine kendine inandırarak seçilmişi yıpratmak sadece senin muhalifinin eline, kendi elinle koz vermek olur.
Bırakın kendine güvenen, muhalifi ve düşmanıyla beraber olmaktan çekinmeyen…
Şahsiyetli, kişilikli, kimlikli insanlar, dik duruşlarını sürdürebilsinler.
Kendi değişiminize ayak uydurarak, onları da kendiniz gibi çürütmeyi bırakın artık.