Zırt pırt değiştiriyorlar, bu nedenle şimdiki adını bilmiyorum ama yapıldığındaki ilk adı Devrim Ortaokulu idi ve ben orada okudum.
Sonradan liseye dönüştürüldü.
Öğretmen kalitesi yüksek, zehir gibi öğrencileri ile Samsun'un kallavi okullarından biriydi.
Şimdiki durumunu bilmiyorum, umarım iyidir.
Orta 2. sınıf öğrencisiyim...
Beden Eğitimi öğretmenim Çetiner Kırtıloğlu derste yanına çağırdı ve sordu;
“Nesi oluyorsun, İsmail Akçay'ın?”
Sorduğu kişi dünyanın tanıdığı, Türkiye'nin gelmiş geçmiş en başarılı maratoncusu...
Dedim: "Hiççç!"
Sordu, "Yok mu akrabalığınız filan?"
Dedim: "Yok hocam. O Balıkesirli, ben Samsunluyum."
Ancak Çetiner hoca hala ısrarlı:
"Sende atlet tipi var. Hem soyadın da tutuyor İsmail Akçay ile. Okul takımı kuruyoruz, sen de koşacaksın."
Ben de itiraz gecikmedi; "Hocam ben futbol oynuyorum, kalecilik yaparım. Koşmaktan, atletizmden anlamam!"
Cevabı net ve kesinti: "Soyadın Akçay ise koşarsın, koşarsın."
Takmıştı bir kere, kararlıydı. Emir, demiri keserdi.
Ertesi gün okulun beton zeminli alanı koşu parkuru haline getirildi. Hocanın seçtiği onlarca öğrencinin içinde ben, bir düdük sesi ile başladık koşmaya...
Serde sporculuk var ya, alayına tur bindirerek bitiş çizgisine geldiğimde nefesim kesilmiş ama birinciydim.
Çetiner hocam yanıma gelip enseme bir tokat indirdi, yarım ağız kutladı ve “Cumartesi günü Yaşar Doğu Spor Salonu önüne geleceksiniz. 3 bin metre Samsun il birinciliği koşusu var.”
Okul takımına seçilmişlikle birlikte alakasız bir branşın içine ister istemez dalmıştım.
Çok da şaşkındım.
Koşmak için ne bir atletim şortum hepsinden önemlisi ayakkabım vardı.
Fukaralık böyle bir şeydi.
Cumartesi sabahı evden çıkarken kaleci kazağımı sırtıma, alt eşofmanımı da kıçıma geçirmiştim. En komiği de ayağımda kramponlarım vardı.
Tıka basa bir minibüse bindirilip Baruthane yokuşunun tepesine taşındık.
Atletizm hakemi ve Beden Eğitimi öğretmeni Yaşar Ciddi'nin komutlarıyla yan yana dizildik. Düdüğünü olanca kuvvetiyle üfledi, başladık koşmaya...
Eski stadın önüne geldiğimizde pek çok kişinin dilleri dışarıdaydı. Bir tempo tutturmuş tin tin koşuyor, önümdekileri arkama dizeliyordum.
Liman kavşağına geldiğimde benim için yarışmanın seyrini değiştirecek bir olay oldu.
Cedit ve Ilıca mahallesi mevkii, ağır ağabeylerin yer aldığı, bir şişe şarap karşılığı adamların usturayla tıraşlandığı bir yer olarak namı Samsun dışına taşmıştı.
Kaldırımda öylesi bir ağabey ile göz göze geldim, bakıştık.
Tanımıştı mahallesinin gobelini, yani beni...
Elini havaya kaldırıp tokat gibi yaparak: "Ne bakıyon lan, koşsana, madara etme mahalleyi hadi koooşşş!”
Korktum, var mı bende durmak nişadır sürmüşcesine tempoyu artırdım.
O gazla Büyük Cami’nin yakınlarına geldiğimde takatim kesilmişti, zar zor yarışı bitirdim.
Yere uzanmak aranırken biri geldi boynuma madalya taktı.
Yarışı üçüncü tamamlamışım, haberim yok!
Çetiner hocayı haklı çıkarmıştım. Akraba olmasak da üzerimde İsmail Akçay'ın soyadı etkisi varmış meğerim...
Sonra Samsun dışındaki yarışlara katıldım, sponsorlarımın desteği ile herkese nasip olmayacak çivili atletizm ayakkabım, markalı çanta ve malzemelerim oldu.
İrili ufaklı derecelerim oldu.
Boynuma takılan madalyaları, elime tutuşturulan plaketler ileriki yıllarda çocuklarımın elinde oyuncak olacaktı.