Bugün 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü. İnsanoğlunun var oluşundan, mağaradaki gölgelerden günümüz dünyasındaki sürrealist sahnelere kadar geçen zaman içerisinde kimi zaman ülkelerin kaderini değiştiren, toplumsal bilince yön veren, kimi zaman en kasvetli anlarda umut vaat eden, kimi zaman güldüren, bilinen tabiriyle de çoğu zaman da "düşündüren" bir sanat dalı "tiyatro" ve belki de sanatın en "insan" yanı.
Bugün, 3 farklı isimle, farklı sorularla tiyatroyu konuştuk. Düşevi Sahne Genel Sanat Yönetmeni Cem Kaynar, Küçükeller Sahne Çocuk Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Fatoş İpekdal Özbenli ve Tiyatro... Tiyatro... Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Pak.
Hem tiyatronun ülkemiz sathında geldiği durum, toplumun ilgisi, var olan sorunları konuştuk hem de özlenen tiyatroyu gündemde tutmayı istedik. Güzel bir söyleşi olduğuna inanıyorum. Bu vesileyle de tüm tiyatro emekçilerinin 27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününü kutluyorum.
Şimdi söz 'perde'de:
CEM KAYNAR: “TİYATRO KAMUSAL BİR İŞ”
R.Miraç ÖZTÜRK: Cem Hocam, insanların kitap, sinema, tiyatro gibi hayata değer katan alanlardan ekonomik sebepler başta olmak üzere kültürel değişim sebebiyle de uzaklaştığını gözlemliyoruz. Tiyatro da bu anlamda artık halkın dar bir kesimine hitap ediyor diyebilir miyiz?
Cem KAYNAR: Evet, tiyatro halkın dar bir kesimine hitap ediyor çünkü insanlar bildikleri şeyi tüketmekten, zevk aldıkları şeylerin içinde olmak istiyor. İlkokuldan itibaren, ortaokuldan itibaren tiyatro ile tanışırsa insanlar, bununla beraber tiyatroyu talep ederler, kitap okumayı talep ederler, bilgiyi talep ederler. Tiyatro aslında kamusal bir iş. Bununla ilgili şu anda ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik darboğaz nedeniyle, bu sanata ulaşmak isteyen ancak ulaşamayan milyonlarca insanımız var. Burada sosyal belediyecilik yapan, bu iddiası bulunan yerel yönetimler ya da Kültür Bakanlığı gibi üst düzey kurumlar, bu tür faaliyetlere odaklanıp, insanları tiyatro ile sanat ile buluşturma noktasında ellerini taşın altına koymalar gerekiyor. Bunun dışında zaten tiyatro bileti satabilen insanlar da şöhreti televizyonlardan edinmiş, benim tabirimle söyleyeyim, "Reklamı peşin yapılmış sanatçılar" oluyor genelde. Bunu kötü anlamda söylemiyorum. Ancak aradaki fark bu. Ve bu isimlerin biletleri çok yüksek rakamlara satılabiliyor.
RMÖ: Günümüz tiyatrosunun sokağa hitap ettiğini söyleyebilir miyiz? Mahallelerde bile tiyatro yapılan bir dönemden bugün salonları dolduramayan tiyatroya geçiş nasıl bu kadar hızlı oldu sizce?
CK: Günümüz tiyatrosunun sokağa hitap etmesinden kastınız eğer halka ulaşmak ise, aslında tiyatro günümüzde çok elit bir sanat değil. Sahnne üzerinden deneysel işler zaten yapılması gerekiyor ama onun dışında normal, geleneksel oyunlar, ana akım oyunlar yapan bir sürü tiyatro var, örneğin devlet tiyatrosu var, şehir tiyatroları var, 40-50 liraya bilet satan tiyatrolar var. Bu anlamda halka inebileceği ölçüde inen tiyatrolar mevcut. Eski dönemlerde mahallelerde tiyatro iddiasını çok bilemiyorum ancak bir dönem Türkiye'de her şey bundan önce çok daha iyiydi diyebilirim. Ama bu anlamda tiyatrolara da büyük görev düşüyor. Doğru oyun seçimi, doğru kadro seçimi insanları etkileyecek işler yapılması gerekiyor.
RMÖ: Bu şehir eskiden bir tiyatro kendiymiş. Bir çok sahne varmış. Avni Dilligil, Ferdi Akarnur, Ferhan Şensoy, Vahi Öz, Hikmet Karagöz gibi isimler bu kentin salonlarının tozunu yutmuş. "Tiyatro kenti" kimliğinden uzaklaşan bir kent artık Samsun. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
CK: Samsun aslında Cumhuriyet'ten önce Bedia Muvahhitlerin, Vasfi Rıza Zobuların, Muhsin Ertuğrulların turne yaptığı dönemde buraya aylık turnelerin düzenlendiği bir kentmiş. Sonrasında daha parlak bir dönem olan 1960'lı yıllarda ülkenin de kültürel olarak ayağa kalktığı ve sanatın tüketildiği dönemlerde çok güzel işler yapılıyormuş. Çünkü televizyon yok, insanlar dışarıda sosyalleşiyor, tiyatroya gidiyor, eğlenceye gidiyor, sinemaya gidiyor. Bunların hepsi büyük etken. Şimdi tiyatro kenti kimliğinden uzaklaşmaması için ben şahsen elimden geleni yapıyorum, sorunun muhatabı kimse ben de buradan ona soruyorum: "Sen ne yapıyorsun?"
Burada yıllardır tiyatroya emek veren, 25-30 sene tiyatro yapan insanlar var ve bu insanlara destek olmak gerekiyor, Samsun mazisini de hesaba katarak tiyatroya, tiyatro sanatçılarına sahip çıkmalıdır.
RMÖ: Dünya Tiyatrolar Günü için bir mesjınız var mı?
CK: Şehrimiz adına yeni salonlar, sahneler açılması, Samsun'da çocuk, genç, yetişkin herkesin tiyatro salonunu doldurmasını diliyorum. Sosyal belediyecilik adı altında belediyecilik yapanların, devletin Kültür Bakanlığı'nın ve sanatsever olduğunu iddia eden Samsun yerel halkının tiyatrolara gitmesini, kötü oyunları eleştirmesini, iyi oyunlara teveccüh göstermesi ve desteklemesini istiyorum. Halkın çok az bir kesimine ulaştığı için tiyatro geçersiz bir sanat gibi geliyor ama öyle değil aslında. Tiyatro geliştikçe, seyirci ile buluştukça, izlendikçe gerçek işlevini, muhalif kimliğini de bu şekilde yerine getirebilir diye düşünüyorum ve herkesin 27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününü kutluyorum.
FATOŞ ÖZBENLİ: “ÇOCUK İŞÇİLER İÇİN SOKAK TİYATROSUNA VARIZ”
RMÖ: Fatoş Hocam, siz tiyatronun en zor kısmını icra ediyorsunuz belki de... Çocuk tiyatrosu. Çocuk tiyatrosunu diğer tiyatro gösterilerinden farklı kılan nedir? Sadece "çocukları eğlendirmek mi" mesele?
Fatoş İPEKDAL ÖZBENLİ: Her tiyatro kendi izleyicisi ile belirlidir. İzleyici ne ise tiyatro da odur. Yetişkinler, sahneden gelen herhangi bir durumu, bilgiyi, kendi bilgi ve deneyimleri çerçevesinde değerlendirebilir, onu reddeder veya kabul eder ama çocuk tiyarosunda; verilene inanmaya, kabul etmeye, özümsemeye hazır bir çocuk seyircisi söz konusudur. Bunun yanında çocuklara toplumsal sorunların kaynağını göstermek, bu sorunların çözülebileceğini göstermek ve biraz hayal gücü ile gerçekliğin değişebileceğini anlatmak istiyoruz bizler, çocuk tiyatrosu emekçileri. Yani çocuk oyun çağında ona verelien her şeyi şaşırtıcı bir hızla öğrenerek, algılayarak benimser. Bu dönemde öğrendikleri, gördükleri, algıladıkları bazen tüm yaşamını etkileyebilir. Örneğin tiyatro aracılğı ile oyun sırasında yaşatılan deneyimleri, oyunda yer alan bir cümlmeyi, bir iletiyi ya da bir davranış biçimini çocuk bilinçli ya da bilinçsiz olarak tüm yaşamına taşıyabilir. Bugün çocuk tiyatromuzun, içeriğinde var olan otoriter-didaktik yapısından kurtulması gerektiğine inanıyoruz. Sınırların kırıldığı, her şeyin sorgulandığı günümüz dünyasında çocuk oyunlarımızın içeriği de mutlaka bu değişen anlayışa uygun biçimde, gelişen toplumsal değişimlere paralel olarak gerçekleşmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çocuklarımız ağır eğitim programları, yoğun sınavlar, ekonomik sorunlar, otortire anlayışının her anlamda egemen olduğu bir toplum içinde yeterince eziliyor zaten. Biz de, bir şeyler üretmek adına tiyatroda çocukların karşısına çıkmakmayalım mı diye düşünüyoruz. Bırakalım orada da eğlensinler, rahat nefes alsınlar istiyoruz.
RMÖ: Çocuk tiyatrosunun zorluklarından biraz bahsedebilir miyiz? Tiyatronun çocukların hayatını değiştirebileceğini düşünüyor musunuz?
FİÖ: Çocuk oyunu türlerini gerçekçi çocuk oyunları, masalsı çocuk oyunları ve fantastik çocuk oyunları olarak görüyoruz. Biz gerçekçi çocuk oyunlarını tercih ediyoruz. Çocuğun içinde yaşadığı dünyanın sahnede yer alması, ailesini, arkadaşlarını, okulu ile ilgili sorunlarını, kısaca kendi yaşamını sannede görmesi ona yalnız olmadığını göstermesi açısından çocuk oyunlarının çok önemli bir işleve sahip olduğunu düşünüyorum. Bunun yanında çocuklara toplumsal sorunların kaynağını göstermek, bu sorunların çözülebileceğini göstermek ve biraz hayal gücü ile gerçekliğin değişebileceğini öğretmek istiyoruz.
Çocukların yaşına uygun beslenmesine, spor yapmasına ve sağlığına ne kadar dikkat ediyorsak, tiyatro ve sanat dallarını da hassasiyete ortak etmeliyiz. Çünkü hitap ettiği kitle olarak çocuklar somut yaş döneminde oldukları için ve her söyleneni de doğru kabul ettikleri için sahneden çocuk tiyatrosu yapan tiyatrocuların denetimden geçmesini diliyoruz. Çocuk tiyatrosu elbetteki çocuğun tüm hayatını değiştirmez fakat doğru yapıldığı taktirde çok güzel dokunuşlara çok güzel farklı bakış açılarına sahip olmalarına sebep olur. Dolayısıyla yapılan işin çok kıymetli olduğuna inanıyoruz.
RMÖ: Tiyatroya tüm çocukların ulaşabildiğini söyleyebilir miyiz? Sanki artık tiyatro belirli bir çevrenin ulaşabildiği bir şey oldu? Örneğin, yoksul mahallelerdeki çocuklar, çocuk işçiler tiyatroya ulaşabiliyor mu? Sizin, toplumun bu kesimi ile ilgili projeleriniz var mı? Çocuk ve göçmen işçi çocuklara bir sokak tiyatrosu yapmayı hiç düşündünüz mü?
FİÖ: Tiyatroya tüm çoçckların ulaşabildiğini elbette söyleyemeyiz. Artık tiyatro belirli bir çevrenin ulaşabildiği bir şey oldu mu derseniz, evet; maalesef oldu. Özellikle yerel yönetimlerin doğru yapılan çocuk tiyatrolarını, nitelikli çocuk tiyatrolarını hem sosyal hem ekonomik anlamda desteklemesi gerektiğini düşünüyoruz. Samsun Küçükeller Sahne olarak tüm öğretmenlerimiz de biliyor ki, kurulduğumuzdan bu yana sınıflarında ekonomik durumu olmayan çoçuklarımızı, oyunlarımıza gelirken hiçbir kaygı gütmeden, onları ücretsiz bir şekilde misafir ediyoruz. Yoksul mahallelerdeki çocuklar, çocuk işçiler, göçmen çocuklara seve seve sokak tiyatrosu yaparız. Keşke onları bir alanda toplama gücü elimizde olabilse, bu anlamda yine sosyal sorumluluk anlamında yerel yönetimlerin bu konuda duyarlı olması gerekiyor. O çocukları bir araya toplayabilmek oldukça güç. Bunun projelendirilmesi gerekiyor ve bu aşamalarda biz seve seve destek oluruz, çocuklarla buluşmayı çok isteriz
RMÖ: Dünya Tiyatrolar Günü için bir mesjınız var mı?
Tiyatro yarının dünyasını kurtarmak adına estetik dünyayı yaratmak zorundadır.Tiyatro asla ölmediği için değil, sürekli yeniden doğduğu için ölümsüzdür. Tiyatro, yeni bir dünya, daha mutlu bir dünya yaratmak için her daim önemli görevini sürdürecektir. Tiyatronun dönüstürücü, iyileştirici gücüne inanan tüm tiyatro emekçilerinin ve sevgili izleyicilerimizin 27 Mart Dünya Tiyatro Günü kutlu olsun.
YAVUZ PAK: TİYATRONUN ASIL SORUNU
İKTİDAR KARŞISINDA NUTKUNUN TUTULMASI
RMÖ: Türkiye'de Karagöz Hacivat örneğinden ya da Tuluat'tan yola çıkarsak, kadim bir tiyatro geleneğine sahip bir toplumuz aslında. Bir dönem okullarda, fabrikalarda hatta ve hatta mahallelerde bile "tiyatro" varken, yaşamın içinden bu kadar uzaklaşmasının nedenleri nedir?
Yavuz PAK: Dahası, tiyatro tanrısı Dionysos’un doğduğu bu topraklarda bugün sayıları azalsa da, köy seyirlik oyunları yaygındı. Geleneksel yapıların feodalizmle birlikte çözülmesi, kapitalizmin ülkeye girişi ve ardından modernist ulus-devlet yapısının inşa sürecinde tiyatro, diğer modern sanatlarla kıyaslandığında, geniş kitlelerle etkileşim kurma gücüne sahip olan tiyatro sanatı, yeni resmi ideolojinin benimsenmesi ve modern yurttaş kimliğinin bir parçası olarak devlet eliyle desteklenmiş, şehirlerden kasabalara, okullardan mahallelere ve köylere kadar yaygınlaştırılmıştı. Her ne kadar ithal edilmiş olsa da, zamanla, özellikle 1960 sonrası toplumsal muhalefetin yükseldiği, görece özgürlükçü bir sürecin yaşandığı ülkemizde, tiyatro sanatı da hem biçim hem içerik olarak kendi özgün oyunlarını yaratmaya hem de geniş halk kitlelerine, yani sizin tabirinizle yaşama açılarak toplumla birlikte politikleşmişti. 1980 darbesinin toplumsal yapının her veçhesine sirayet eden baskıcı uygulamaları ve ülkenin neoliberalizme birlikte postmodernizme, depolitizasyona yelken açması sonrası tiyatro da büyük ölçüde bu rotada yol almaya başladı ve giderek yaşamdan, geniş halk kitlelerinden uzaklaştı. Bir bakıma, cumhuriyet tarihi, tiyatronun gelişim ve değişim seyrinin toplumsal yapının ve onu belirleyen ideolojik/politik tercihlerin izdüşümü olduğunun kanıtıdır. Tiyatronun toplumun aynası olduğu ne kadar doğru ise, toplumun da tiyatronun aynası olduğu söylenebilir. Neoliberal süreç, her şey gibi sanatı ve tiyatroyu da ideallerinden uzaklaştırıp metalaşmaya zorlarken, aynı zamanda tiyatrocuları da büyük ölçüde dünyayı değiştirme ve dönüştürme faaliyetinin bir parçası olan sanatsal eyleyişten koparıp şöhretin ve paranın peşinde koşturan bencil bireyler haline getirdi. Elbette, bu tarihsel/toplumsal/politik koşullarda tiyatro ve tiyatrocular da yaşamdan, toplumdan, hatta gerçeklerden uzaklaşarak kendi dertleriyle hemhal olan girişimcilerden oluşan kapalı bir klana dönüşmeye başladı. 85 milyon insanın yaşadığı bu ülkede, tiyatro seyirci sayısı 5-6 milyonlarda kalıyorsa, bu vahim tablo, ideolojik/politik/toplumsal/kültürel yapının olduğu kadar tiyatrocuların da eseridir.
RMÖ: Tiyatro denilince benim aklıma, "Burjuvazinin kölesi olmaktansa, proletaryanın köpeği olurum" diyen Dario Fo ya da bir dönem mevcut hükümetlere sert eleştiriler yönelten hatta bir dönem açlık grevi bile yapan Levent Kırca, politik tiyatronun söz sahibi isimlerinden Ferhan Şensoy gibi isimler geliyor. Tiyatro politik olmalı mıdır yoksa insanları "eğlendiren" bir gösteri biçimi midir?
YP: Agusto Boal’in dediği gibi, “Tiyatro eylemi, zorunlu olarak politiktir, çünkü insanların bütün eylemleri politiktir ve tiyatro da bu eylemlerden yalnızca biridir… Tiyatroyu politikadan soyutlamaya çalışanlar, bizi temel bir yanlışa sürüklemek istiyorlar ki, bu da politik bir tutumdur…” Politik tiyatro olgusu, pek çok veçhesiyle eleştirilebilir, tartışılabilir ancak tiyatronun politikliği ontolojik ve tarihsel olarak reddedilemez. Bu demektir ki sanat ve siyaset, birbirleriyle ilişkili olsunlar mı olmasınlar mı diye sorulacak, iki sabit ve ayrı gerçeklik değildir. Önemli olan, sanatsal eylemin iktidar ilişkilerinin hakikatine doğru bir çıkış yapmasıdır ki tiyatral eylemin bu noktadaki en önemli gücü seyircisiyle kurduğu empatik etkileşimdir.
Öte yandan, dünyada ve ülkemizde, sınıf mücadelesine vurulan darbeyle, sanatın içeriği de hapsedildi. “Burjuva ideolojisi gibi burjuva sanatı da, siyasi bilincin öldüğü yere konan bir akbabadır.” Ravenhill’in bu sözlerinden de anlaşılacağı üzere, egemen sınıfın sanatı serbest piyasayla kol kola hücum ederek, kadim düşmanı politik tiyatroyu 1990’ların başıyla birlikte geriletti; performans sanatı ve fiziksel tiyatro nihayet buradaki gösteri sanatlarının baskın öğesi haline geldi. Ancak bu durum, tiyatronun politikliğini sorgulamaya açmaz; politikayla ilişkisinin tarihin başka dönemlerinde de yaşanan bir gerileme dönemine işaret eder.
Son olarak, tiyatronun elbette eğlendirici bir yanı vardır; ancak ona yalnızca eğlendirici bir sanat olarak bakmak ve halktan, onun gerçeklerinden uzak biçimsel arayışlara yönelmek içini boşaltmakla eşdeğerdir.
RMÖ: Günümüz şartlarında sinemanın, sosyal medyanın, yeni tabirle "Youtuberların" milyonlarca izlendiği bir dönemde tiyatronun özellikle gençler için cazibesini yitirdiğini söyleyebilir miyiz? İlerleyen teknoloji tiyatroyu bitirebilir mi yoksa tiyatro her zaman yaşayacak bir olgu mudur?
YP: Tiyatro, farklı coğrafyalarda, farklı toplumsal üretim biçimlerinde, farklı ideolojik/politik yapılar altında binlerce yıldır varlığını farklı biçimlerde sürdürdü. Bir oyuncu ve bir seyirciden müteşekkil bir sanat olarak, tiyatronun insan var oldukça var olacağı söylenebilir. 20. asırda sinema ya da televizyon tiyatroyu nasıl bitiremediyse, teknolojik imkanlarla gelişen yeni akımların da tiyatroyu bitirebileceğini düşünmüyorum. Her ne kadar teknolojik alanlara yönelseler de, canlı, şimdi ve burada olan, empati gücüyle her zaman cazibesini koruyan tiyatronun son yıllarda özellikle büyük şehirlerde gençler arasında tiyatronun giderek yaygınlaştığını görebiliyoruz. Unutulmaması gereken şudur: Tiyatronun binlerce yıllık yolculuğu boyunca aldığı formlar ve tarihsel rolü, hiç bir zaman teknolojik rüzgarların değil, kültürel, toplumsal hayatı yontan tüm yer altı ve yerüstü sularının, zamanla ve sabırla verdiği şeklin estetiğidir.
RMÖ: Dünya Tiyatro Günü için bir mesajınız var mı?
YP: Tiyatro, kendi gerçeklik temelini, her türlü biçim ve üslup kaygısından önce insanı, toplumu ve bütün bir yasamı sorgulayabildiği, bunun için gerekli bilgi ve birikim donanımını beraberinde getirebildiği ölçüde bulabilir. Bugün tiyatronun birincil sorunu estetiksizleşme, sermayenin kıskacından kurtulamama, teknoloji dünyasına teslim olma ya da yaratıcılığını yitirerek kendisini güncel üretim-tüketim mekanizması dahilinde tekrarlama vb. değildir. Asıl sorun, kendisine de yönelen despotik iktidar biçimleri ile karşılaştığında nutkunun tutulması ve sözünün tükenmesidir.