Son yıllarda şiddet olaylarında çok büyük bir patlama var. Eskiden haberlere düşen, çevremizde duyduğumuz ölümlü, yaralanmalı olayları tabiri caizse "ağzımız açık" dinlerken, bugün benzer olayları günlük rutinin bir parçasıymışcasına tepkisiz bir şekilde karşılıyoruz.
Günlük şiddet dozu artık bizim için alışılagelmiş bir hal almaya başladı. Trafikte, iş hayatında, hastanede, okulda, adliyede şiddetin her türlüsünü görüyoruz. Hatta bu şiddet olgusu sadece “insanın insana uyguladığı” bir durumdan çıkıp, çevremizdeki her türlü canlıya sirayet eden bir hal aldı. Köpeğe, kediye, yolun ortasındaki bir ağaca... Bu kanıksanma durumu psikologların, sosyologların ele alması gereken acil bir durum kanımca...
Şiddet olaylarının devlet eliyle tutulduğu istatistikler haricinde bir de Türkiye'de maalesef şiddetin doğurduğu bir vakıf var ülkemizde: Umut Vakfı.
Nazire Dedeman'ın 17 yaşındaki oğlu Umut Önal'ın 28 Eylül 1993 günü arkadaşının silahından çıkan kurşunlarla hayatını kaybetmesinin ardından kurulan Umut Vakfı şiddet olayları ile ilgili günlük istatistik tutuyor. İstatistik tutmanın haricinde bireysel silahlanma başta olmak üzere şiddet olaylarına karşı bir mücadele yürütüyor.
Her ay ülke genelinde yaşanan şiddet olayları ile ilgili rakamları yayımlayan Umut Vakfı, son raporunda tehlikenin boyutlarını gözler önüne sermiş resmen. Ülkede yoğun bir "şiddet sarmalı" söz konusu. Bu hem yaşadığımız kent hem de ülkenin geneli için acil bir çağrı niteliği taşıyor aslında. Umut Vakfı'nın verilerine göre, Samsun İstanbul'dan sonra şiddet olaylarının yaşandığı 2. il konumunda.
Biraz rakamsal bilgi vermek gerekirse, 2023 yılında İstanbul'da 505 şiddet olayı gerçekleşirken, Samsun'da 188, Adana'da 171, İzmir'de ve Kocaeli'nde 164 olay olmuş. Bu olaylar neticesinde İstanbul'da 321 ölü, 498 yaralı, Samsun'da 74 ölü, 200 yaralı, Adana'da 158 ölü, 134 yaralı, İzmir'de 140 ölü, 140 yaralı, Kocaeli'nde 80 ölü, 144 yaralı kayıtlara geçmiş. Elbeltte bu rakamlar haricinde kayıtlara geçmeyen vakalar da söz konusu.
Şiddet, sadece fiziki olarak ele alınırsa çözüm elbette ki zordur. Polisiye tedbirler her ne kadar rakamların düşmesinde bir nebze de olsa rol oynasa da aslında yetkili birimlerin şiddeti önleyici çalışmalar yapmaları şart. Ülkece ekonomik kriz, işsizlik, sosyalleşme sorunları ele alındığında şiddetin aslında bir sonuç olduğunu görebiliriz. İnsanların en ufak bir sorunu dahi şiddetle çözmeye eğilimi bir fıtrat değil, yaşam koşullarının sonucudur. Adaletin tesis edilememesi de kimi zaman insanların kendi adaletlerini sağlama yoluna gitmesine neden olurken, şiddetin bir "kültür ögesi" olarak sunulması da olayların artmasındaki bir başka neden. Sosyal medya aracılığı ile dizilerle, filmlerle, şiddetin "masum gösterildiği" bir toplumda sokakta yaşananların anormal karşılanması mümkün değil.
Mafyavari ilişkilerin övüldüğü, silahların, çatışmaların, cezaevine girmenin "matah" bir şeymiş gibi sunulduğu bir dönemde bunca olayın yaşanması belki de rakamlara baktığımızda "az" bile gelebilir.
Polisiye tedbirler elbette ki çözüm getirecektir ancak ülkece ihtiyacımız olan biraz sakinlik. Bunun sağlanması için de okuldan işyerine, emniyetten hastaneye yaşamın tüm alanlarında şiddeti önleyici tedbirler almak, diyalog penceresini insanlara göstermek gerekiyor.
Okuldan, aileden başlayan bir program kısa vadede olmasa da uzun vadede bir rahatlamayı getirecektir. Bununla ilgili kampanyalar, kanaat önderleri, aileler, devlet yetkilileri taşın altına elini koyduğunda artık şiddet "kanıksanmış" bir şey olmaktan çıkacaktır.
En basitinden düğünlerde silah atılmasını engelleyecek bir kampanya, bunun ısrarlı takibi ve "yanlışlığın" dile getirilmesi belki de bu duruma özenenlerin hayatında değişime neden olacaktır.
Bir başka örnek, muhtarlara verilen silahların geri alınması olabilir. Eskiden koşullar muhtarların "silah taşıması gerekliliğini" getiriyordu. Köyde, dağda, izde bu gerekli bir şeydi. Ancak 21. yüzyılda, köylerin de artık kentin bir parçası haline geldiği bir zamanda, muhtarın mahallesindeki insanları koruyacak bir nedeni kalmadığı bir çağda, jandarmanın, polisin bir telefonla anında olay yerinde olabildiği bir zaman diliminde muhtarlara silah vermenin bir mantığı, bir gerekliliği kalmamıştır artık.
Devletin, şiddet olaylarını engellemek adına yarın çıkıp, "Ülkemizdeki bireysel silahlanma, şiddet sarmalına engel olmak adına, ilk adımı biz atıyoruz ve muhtarlara silah ruhsatı verilmesini yasa ile kaldırıyoruz" dedikleri anda ülkedeki 51 BİN SİLAH ortadan kalkacaktır. Ne büyük bir rakam değil mi? 51 BİN SİLAH. Eskiden görev yapanları da saydığımız vakit bu rakam 300 bine varıyor.
Muhtarlar, işin sadece ilk adımı. Haricen bireysel silahlanma, kayıt dışı elde edilen silahlar, internet üzerinden satışı yapılan pompalı silahlar ve daha niceleri ile ilgili alınacak olan önlemler rakamları düşürmeye başlayacaktır.
Ve elbette ki asıl sorunu çözecek olan devlet eliyle okullarda, iş yerlerinde, mahallelerde yapılacak olan sosyal çalışmalardır. Psikolog ve sosyologların desteği ile şiddete karşı başlatılacak olan bir kampanya, ülkedeki ağırlığı, şiddete meyili muhakkak değiştirecektir.
Bunun için herkes elini taşın altına koymalı, günlük rutinimiz haline gelen cinayetler, kavgalar, yaralamalı olaylar için adım atmalıdır. Ve benim fikrim, ilk iş muhtarların elinden silahlarını almak olmalıdır.
Güzel, bahar sabahı misali, sessiz, sakin, diyaloğun olduğu, şiddetin hiçbir türünün olmadığı bir ülkeye uyanmak dileğiyle sağlıcakla kalın.