İnsan ne ile öğünür? Başarılarıyla, hayata kattıklarıyla, insana dokunduklarıyla. Öyle değil midir? Kim kötü yanıyla anılmak ister ki?
Robert Greene ve Joost Elffers'in kaleme aldığı, "Güç Sahibi Olmanın 48 Yasası: İKTİDAR" kitabının 26. Bölümünde şöyle geçer: "Şöhret görünenden çok gizlenen dayanır. Adımız ve şöhretimiz neyi açıkladığımızdan çok, neyi gizlediğimize bağlıdır."
Hatırlarsınız, bir dönem SSK hastaneleri ana haber bültenlerinin ilk sırasında yer alırdı. Senetler, sepetler, uzun kuyruklar vesaire. Gerçekten ürkütücü ve kötü bir dönemdi. Sonra ne oldu? Özel hastaneler ortaya çıktı. En iyi doktorlar, en güzel hizmet, kapıda karşılayan mı ararsınız, salonuna piyano döşeyip, gelenleri klasik müzikli ağırlayan mı... Tabi, bunca yıl ömrü hayatında devletin hep kötü yüzünü görmüş, Yılmaz Erdoğan şiirindeki gibi, "Merhaba"dan çok, "Çıkar Ulan kimliğini" denmiş yurttaşlar bu ilgi ve alaka karşısında mest olup, "İstediğimiz doktora, ucuza gidebiliyoruz" mantığıyla bu hizmeti çok sevmişlerdi.
Oysa bilmiyorlardı ki, kapitalist sistemin iyisiyle kötüsüyle ellerinden "sağlık hakkını" aldığını... Tıpkı eğitim hakkında olduğu gibi... Sağlık hakkı da eğitim hakkı da bugün parası olanın sonuna kadar faydalandığı, parası olanın çocuklarını özel okullarda okuttuğu, parası olanın özel hastanelerde tedavi gördüğü bir sistemi kimse o günlerde tahayyül edemiyordu. Bugün gelinen noktada, özel hastanelerin sayısı mantar gibi arttı, hatta kimi hastanelerde sıra bulmak imkansız hale geldi.
Şimdi biraz geçmişe dönelim. Ben çok iyi hatırlarım, rahmetli anneannem hasta bir kadındı. Sürekli hastanelerde geçti çocukluğum. Sabah muayene edilirdi, beni de SSK'nın ilaç kuyruğuna sokarlardı, ben sıram gelene kadar beklerdim. Sıra bana gelirse, arkamdakine izin verirdim. Sonra bizimkiler gelir, sırayı onlara bırakır ve ilaçları alırdık. Biraz zahmetli bir iş. Alırdık ama 5 kuruş da para vermezdik. Şimdi bazen duyuyoruz insanlardan, “ SSK'da kuyruk bekledik, sabah sıraya girerdik.” falan diye. Evet, girerdik ama ilaçları bedava alırdık. Bugün eczaneye gittiğimizde muayene parası, doktor parası, ilaç parası derken reçetesiz alınsa daha ucuza gelecek olan ilaçlara bir ton para ödüyoruz. Ayrıca, SSK'daki kuyruğun sebebi sistem değil, o dönemde numaramatik gibi teknolojik aletlerin henüz ülkemizde bilinmemesiydi. Gören de sistem değişti böyle oldu sanacak. Bu ülkede sağlıkta devrim olduysa, bu sistemsel bir devrim değil teknolojik bir devrimdir. Numaratör ile bilgisayar ekranı ile tanışmaktır devrim. Ve bu devrim kendi çocuklarını yedi.
Konumuza geri dönelim. Ne ile öğünülür?
Yolda izde dikkat edin, her özel hastanenin reklamları var. Sosyal medyadan gazetelere, sokak afişlerine kadar her hastane yaptığı ameliyatlarla, operasyonlarla öğünüyor. Oysa ki, bir ülkenin sağlık sisteminin öğünmesi gereken şey sağlık alanında ne kadar çok ameliyat yaptığı değil, yapmadığı olmalıdır. Şöyle düşünün, bir hastane çıkıp, "Kanser teşhis ve tedavisinde şu kadar başarılıyız." Diyorsa, soru şu olmalı: “Neden bu kadar kanser vakası var?” Bu öğünülecek bir şey değil, aksine; sorun edilecek bir durum.
İşte burada da devreye, hayatın her alanında olduğu gibi "toplumcu" ve "piyasacı" olmak üzere iki farklı ekol devreye giriyor. Toplumcu sağlık halkın hasta olmasını engelleyecek bir takım tedbirleri savunurken, piyasacı sağlık hastane sayısıyla, yaptığı başarılı ameliyatlarla, hasta sayısıyla öğünüyor.
Bazen siyasiler çıkıp "cezaevi" müjdesi veriyorlar ya, bu da ona benziyor. Ne kadar çok cezaevi, o kadar çok suçlu demektir. Demek ki sen toplumsal sorunlara çare olamıyor, sorunun çözümünü fiziki tedbirlerle sağlayacağını sanıyorsun. Oysa işin çözümü çok başka: Toplumcu bakış açısı.
Bugün Türkiye antidepresan kullanımında rekora koşuyor. İlaç kullanımı her geçen gün artıyor. Piyasacı anlayış insanlara ilaç vermeyi öncelerken (kronik vakaları ayrı tutuyorum) toplumcu anlayış ilaçtan evvel toplumsal ruh sağlığının iyiliği konusunda önleyici çalışmaları destekliyor. Daha aydınlatıcı bir örnek vereyim, sigara kanser yapıyor. Peki, devlet sigarayı önlemek adına ne yapıyor? “Zam” diyebilirsiniz. Ancak, tiryakilerin cebindeki son parayı dahi sigaraya verdiğini ve bunun psikolojik bir altyapısı olduğunu bilerek, zammın çare olmadığını da görerek, önleyici ne yapıyoruz? Önemli olan kanserli hasta sayısındaki artışla beraber onları "başarılı" bir şekilde ameliyat etmek değil onların kanser olmamasını sağlamaktır. Sağlık piyasasına sürülen birer "ürün" haline getirmemektir.
Velhasıl, iki ayrı kampın olduğu bir düzlemde, bilinçli bir yapıyla hareket etmek, bugün bizlere sunulan sözde "güzelliklerin" aslında bizlerin eğitim, sağlık, barınma gibi temel haklarımızdan gittiğini anlamak, anlatmak temel görev olmalıdır.
Hayata da salt piyasacı anlayışla değil, toplumcu varsayımlarla bakmak gerekmektedir. Bu sadece sağlık alanında değil, eğitimde değil her alanda bu şekilde vuku bulmalıdır. Çünkü dün sağlık hakkımız vardı, bugün piyasanın elleri arasında, dün eğitim hakkımız vardı, bugün piyasanın iki dudağı arasında, şimdi barınma hakkımız, yeterli beslenme hakkımız piyasanın insafında yarın adil yargılanma, adalet hakkımız, yaşama hakkımız, ifade hakkımız da piyasanın yani "parası olanın" elleri arasında olursa ne yapacağız?
Sağlıcakla kalın...
Çok haklısın…Atasam da geçenhafta kardeşim anjiyo oldu iki stent bir balon 85.000 tl… Emekli ölsün istiyorlar….