Görünmez varlığa bürünmüş kovid-19 adlı bir düşman tarafından birer birer bildiklerimizi, tanıdıklarımızı, arkadaşlarımızı, dostlarımızı, uzak ya da yakın akrabalarımızı kaybediyoruz.
Endişeli, tedirgin açılıyor gözlerimiz her sabah…
Telefona gelmiş bir mesaj, sosyal medya, yazılı veya görsel medya ya da herhangi bir iletişim aracılığıyla paylaşılmış acı bir haberi öğrenince dünyamızın rengi değişiyor.
Zor olanı da son yolculuklarına katılamamak hissettiğimiz acıyı katlıyor.
Son sekiz ayda Samsun’da kimler ayrılmadı ki bizden?
Akrabalarımızı, sevdiklerimizi, sevdiklerimin sevdiklerini, yakınlarımızı, arkadaşlarımızı ebediyete uğurladık.
Bu illet, lanet, bela hastalık nedeniyle sonsuza kadar göremeyeceğimiz daha kaç kişi olacak?
Ölüm piyangosu kime vuracak?
Bilmek mümkün değil…
Kimleri yoğun bakımın kapılarında, hastane köşelerinde beklemiyoruz ki?
Onlardan gelecek iyi haberleri, alkışlarla taburcu edilişlerini görmeyi çok arzuluyoruz çok…
Dua dolu, umutlu bir bekleyiş içerisindeyiz.
Ateş düştüğü yeri yakıyor, kavuruyor, yok ediyor.
Bu satırların yazarı olan ben, eşim ve iki çocuğumla, günlerce hastanede yattık.
Sevimsiz bir tanışıklıktı bizimkisi bay korona ile…
O sevse de bizi, sevemedik kendisini…
Şanslıydık, yer bulduk, yatak bulduk, iyi hocaların gözetiminde, kaliteli sağlık ekiplerinin elinde yoğun bir tedavi sonucu eski sağlığımıza kavuştuk.
Yaşadıklarımızı, çektiklerimizi anlatmak zor…
Hastalığa yakalanıp, yoğun bakımlarda yer bulamayıp, evlerinde adeta kendi kendini tedavi etmek zorunda kalan çok ama çok insan var.
Sokaklar, umursuzca, aldırış etmeden, tehlikenin varlığından bir haber, sorumsuzlarla dolu…
Sözüm ona ölüme kafa tutuyorlar.
Şaşkınlığım, olanlara karşı yaşadıkları körlük…
Şapşallık, salaklıkla harmanlanmış, cehalet ortalıkta kol geziyor…
Öfkeleniyor, kızıyor, daha da ileri gidip küfrediyorum.
Daha ne diyeyim?
Allah hepsini bildiği gibi yapsın…