HİÇ bilemeden geldik dünyaya…
Uzun sürede nerede olduğumuzu fark edemedik belki de...
Aslında belki falan değil, aklımız erene kadar nasıl bir serüvene atıldığımızı bilemedik.
Önce irademiz yoktu, bu gelişte…
Sonra kader diye önümüze koyacakları senaryonun ne olduğunu bilemedik.
Gün geldi, renklerin farkına vardık.
Sonra sevginin ne menem bir şey olduğunu fark ettik.
Ettik de ne oldu?
Hiçbir şey!
Mutluluk yerine hüzünlerle buluştuk.
Hani dedik ya bezen;
‘Kan kusup, kızılcık şerbeti içtik’ diye.
Aynen kıpkızıl oldu dünya bazen gözlerimizde…
Hayallerimiz oldu...
Umutlarımız…
Geleceğe dair düşlerimiz…
Hep öyledir zaten.
Bir insanı dünyanın yalanlarına ortak etmek istiyorsanız;
Ona hayal ettirin.
Ona umutlar verin.
Onun kalbine sevgiler düşürün.
Başka bir şey yapmanıza gerek yok.
Hayatın tamamı da bu zaten…
Duygular…
Duygular ve acılar…
Sever, karşılığını bulamazsınız.
Sever, anlatamazsınız.
Sonra…
Sonra gün gelir, bir acı düşer yüreğinize…
Acı dediğim, kader ha!
Yaşanan hayat malum sona getirmiştir sizi…
Yapacak bir şey yoktur artık bundan sonra…
Çünkü her şeyin bir sonu vardır.
Acının da…
Hüznün de...
Mutlulukların…
Ve sevginin de…
Ne kadar uzun yaşasanız bile,
Hayatın da…