İnsanlar neden yorulur ve dalgın olurlar?
Hiçbir şey istedikleri gitmez.
İşlerinde veya günlük meşgalelerinde arzuladıkları sonuçları alamazlar.
Hayatı beraber paylaştıkları insanlar gerekli anlayıştan yoksundurlar.
Çok arzuladıkları halde başaramadıkları işlerden dolayı mutsuzdurlar.
Kafaları sürekli hedeflediklerine ulaşamama kaygısıyla doludur.
Geçmiş onları mutlu etmekten uzaktır.
Gelecek bu açığı kapatmak anlamında hiçbir umut sunmamaktadır.
Hepsinden önemlisi bu düşüncülerini anlayacak, paylaşacak insanlardan yoksundurlar.
Aslında insanoğlu her türlü şarta ve zorluğa uyum sağlayacak genetiğe sahip bir canlıdır.
Acı çeker.
Yalnız kalır.
Umutsuz bırakılır.
Ama her seferinde o ayakta kalır.
Çünkü oluşan şartları kanıksayarak bedeninin kimyasıyla uyum sağlamasına fırsat tanır.
Bizim toplumumuzda bireyler ancak kendi başlarına geldiğinde bu yıkımla tanışık olmuşlardır.
Etraflarında acı çeken insanları fark etseler de çok içine girmeyi, dinlemeyi, dertleşmeyi tercih etmezler.
Kendi mutluluklarına odaklanmayı ve yaşamayı başkalarının dertlerine ortak olmaya tercih ederler her zaman.
Elbette bencillik olarak tarif ettiğimiz bu duygu ve davranışın savunulur bir tarafı yoktur.
Dost, arkadaş diye tanımladığınız insanların bu umarsız tutumun insani yaşamın içinde aslında kendilerini değersiz kıldığının farkında bile olmazlar.
Bakıp, geçmek.
Görüp, unutmak asli davranış şekilleri olur.
Oysa her gün, yeni bir gündür.
Ve kimse dünü bugüne taşıyacağının garantisine sahip değildir.
Bugün umutsuzluk ve yılgınlıkları yüzlerine vurduğunda suskunluk ve dalgınlık görüntüsü içinde olanların yerini bir gün kendilerinin alacağını düşünmezler bile…
Bugünlerde çok sık karşılaştığım için yazdım.
Kendim dahil konsantre olamayan insanların hangi ruh haliyle bu görüntüde olduklarını anlamaya çalıştım.
Etrafınıza baktığınızda onlardan birini görürseniz şayet “Neden dalgınsın” sorusuna alacağınız cevap aynıdır;
Kafam kırık!
Nedeninin, niçinini araştırmak dost işidir.
Tabii kendinizi, o insana yakın ve dost görüyorsanız şayet.