GARİP insanlar olup çıktık.
Ne açlığımızın farkındayız.
Ne yokluğun…
Ne sefaletin…
Hani yerde ekmek kırıntıları ararken bir ziyafet sofrası deseler inanıp yere çökeceğiz.
Kuş sütü, kuru üzümden yoksun olmayan zengin bir sofrayı paylaşıyor edası ile…
Bunun inanmakla ilgisi yok.
Bu saflık, sevdiğine inanma kültürünün tezahürü…
Yoksa açken tokluk hissetmek.
Üstünde başında yokken, yırtık, pırtık giysileri vakko patentli bellemek niye olsun ki?
Gece yatağa aç girerken, “Yok öyle bir şey az önce bir ziyafet sofrasından kalktınız” diyene neredeyse iman edecek hale gelmişiz.
Sabah yatağından çıktığında gidecek yeri olmayanlara, “Bunun adı işsizlik değil. Geçici bir istirahat zamanı” diyene sanki yıllarca genel müdür maaşı ile yaşamış da bugün tatilde gün geçiriyormuş bir insan edasıyla gülümser hale gelmişiz.
Ya geleceğe dair umutlarımız tükendi, artık kafayı sıyırdık umursamaz hale düştük.
Ya gerçekten bir insanoğluma yakışmayacak derecede safız!
Yoksa kimse umutlarımızla, hayallerimizle, yaşadığımız ve kaderimiz olan gerçeklere bu kadar alaycı bir bakış fırlatamazdı.
Aslında her şey iyi ve yerli yerindeymiş.
Mesela, profesör unvanlı bir akademisyen, “Kız çocuklarıyla izdivaç yasaklandığı için depremler oluyor” derken bunun laik devletin zedelenmesiyle ilgisi yokmuş.
Seviyesiz Araplarla doldurulan sokaklarımızda güvenliğimiz yok demek, anlamsızmış.
Bir yığın korumayla gezenlerin görüntüsü güvensizliği değil, havalı olmayı ifade ediyormuş mesela!
Bir simit parası bile bulamayanların ülkesinde açlıktan, ekonominin bozukluğundan bahsetmek, abesle iştigal etmekmiş.
Bu, bir yerine, on iki ay ramazanı yaşamak, nefsi sürekli terbiye etmek anlamına geliyormuş, mesela!
Eh, bana da;
Al sana asgari ücret. Bir ayı keyifle, huzur içinde yaşa ekonomiyi ondan sonra konuşalım ha!
Uzağa gitme!
Ağabali Caddesi’ne, sahile akşam karanlığında gir bir başına…
Güvenlikten ondan sonra bahsedelim ha!
Kıçınızı sıcak makamlarınızdan ayırmamak için yağcılıktan. Dindar görünmekten, Cumhuriyet’e hayır dua etmekten biraz vazgeçin.
Gelin vatandaşın arasına, hayata onun gözlüğü ile bakın.
Laiklikten, devletten ondan sonra konuşalım, ha!
Ne oldu, niye durdun?
Akılın mı karıştı?
Tereddütte mi düştün.
“Madem öyle, gel böyle!”
Biraz beraber bakalım.
Ama aşağıdan yukarıya!